Ne zaman sabahın buz gibi sessizliğinde bir salâ duysam, kendi adımın ilânını düşünüyorum.
Ölümü hatırlamam için tek sebep değil artık, yeni bir cenaze görmek…
Saçlarımın beyazlığı ürkütüyor beni… Buruşuk ellerimin yorgunluğu, titrek bedenimle bir olup bana zamanı hatırlatıyor. Zamanın tükendiğini…
“En sevdiklerim yaşlılardır, anlamazlar bir şeyden…” diyerek yanımda muhabbete dalıyor ve kırılan kalbimden habersiz, beni yine kendi hâlime bırakıyorlar…
Bilmiyorlar, yaşlılık bana çocukluğumu armağan ediyor… Yeniden doğduğum günü hatırlamaya çalışıyorum, yaşım neydi, hatta belki adım neydi?! Ağır adımlarla yürümek bana, emekleyen bebekliğimi yeniden yaşatıyor. Ellerimi, ağzımı başkaları yıkıyor… Ben izliyorum…
“Sus!” derlerse susuyor, kızarlarsa boynumu büküyorum… Bebekleri izliyorum; gözlerim doluyor, kendimi görüyorum onlarda… Herkes bedenimdeki acılara ağlarım sanıyor. Bense bitmiş olan geçmişim ve nasıllığını bilmediğim geleceğime ağlıyorum. Sonsuzluğu tesellim yapmak istiyorum, ama korkuyorum…
Yüzlerindeki kırışıklıkları, hayallerine yaklaştırmayan aynadaki yüzlere bakıyorum. Sonsuzluğun şahikalarını kendilerine hiç yakıştıramıyorlar… Kızıyorlar çıkarlarına dokunanlara ve yanlarında olmayanlar için savuruyorlar iddialı cümlelerini… Dedikodunun tadı damaklarında, kırıp geçiriyorlar kalpleri…
Ve “Durun!..” diyorum onlara, “Durun, ben korkuyorum!.. Çünkü sonsuzluğun ne demek olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum!” Ama yüreğimin içlerindeki bu sancılı cümleleri kimseye duyuramıyorum…
İhtiyar olmak zor gelmiyor bana... Hep yaşlı bir hayat geçirmişim gibi davranan, şimdiki çökmüşlüğümle beni damgalayan sevdiklerim de değil içimi acıtan… Sırtımda taşıdığım, geçmişi günah dolu yüklerim zorluyor beni… Bir ALLAH kelâmını hatırlamadan belki de haftalarım geçip gitmişti. Yaşadıklarıma olan isyan dolu cümlelerim sarıyor etrafımı şimdi…
Bütün bunlar olup biterken, gözlerimden yaşlar süzülürken, yaşadıklarımın ve yaşayacaklarımın hesabının bunlardan ibaret kalmayacağını fark ediyorum. Ben yavrularımın yüreklerindeki o kocaman boşluktan sorumluydum. Allah’ı anlatmadığım her sahne için başrol oyuncusuydum.
Yine ruhumla yüzleşmelerime döndü içim… Geç de olsa tevbeleri keşfetmiştim… Duâ etmek için ellerimi semâya doğru açtığımda, buruşuk ellerim kadar geç kaldığımı fark ettim.
Ama yine de O’nun merhametin yaratıcısı olduğunu yüreğime îlân ettim.
Ve son nefesim için geç kalmamayı, korkularımdan uzak, yalnızca O’ndan istedim…