Vermek...
Çoğunlukla vermekten kaçınır insanlar. Malını¸ mülkünü¸ parasını¸ eşyasını¸ sahip olduğunu düşündüğü dünyaya ait her şeyi vermek zor gelir insana. Kendini sahip olduğunu düşündüğü şeylerle mutlu ve güvende zanneder. Ruhu daralır¸ içi kararır¸ ama vermek ona¸ kendi güveninden bir şeyler kaybetmek gibi geldiği için veremez. Sürekli mal ve para toplayıp onları saymakla meşgul olur. Kur'an'ın ifadesiyle "Sanır ki onlar kendisini ebedî kılacaktır." Vermekten kaçınma veya verememe
Çoğunlukla vermekten kaçınır insanlar. Malını¸ mülkünü¸ parasını¸ eşyasını¸ sahip olduğunu düşündüğü dünyaya ait her şeyi vermek zor gelir insana. Kendini sahip olduğunu düşündüğü şeylerle mutlu ve güvende zanneder. Ruhu daralır¸ içi kararır¸ ama vermek ona¸ kendi güveninden bir şeyler kaybetmek gibi geldiği için veremez. Sürekli mal ve para toplayıp onları saymakla meşgul olur. Kur'an'ın ifadesiyle "Sanır ki onlar kendisini ebedî kılacaktır."
Vermekten kaçınma veya verememe davranışı zamanla bir karakter özelliğine dönüşür. Tüm kişiliği kaplar. Olay sadece mal-mülk ve para gibi maddî unsurların ötesinde bir insanlık sorunu halini alır. Malını ve parasını veremeyen¸ paylaşmayı öğrenemeyen insanlar¸ sevgi ve saygı paylaşımını da beceremezler. Güçlü bir ego geliştirerek egosentrik yani ben merkezcil bir kişilik egemen olur onlara. Sadece mal ve parada değil¸ sevgide de cimrilik onların karakterine yerleşir. Her şeyde olduğu gibi¸ kendilerine ait olduğunu ve sarf etmedikleri takdirde kendilerinde kalacağını düşündükleri sevgide de istifçilik yapmak isterler. Onlara göre sevgi de mal ve para gibi verdikçe azalan bir yanları olup¸ vermek onları zayıf ve güçsüz bırakabilir. Bu yüzden sevemez ve paylaşamazlar. Onlara sevgi vermek isteyen¸ saygı gösteren kimselere de kuşkuyla yaklaşır¸ onların mutlaka bir çıkar beklentisi taşıdıklarına inanırlar.
...
Çevremizde bu tür insanları sıkça görmemiz mümkündür.. Bir bürokrat¸ bir hoca¸ bir mesai arkadaşı¸ esnaf vb. farklı sosyal sınıf ve meslek grubundan kimseler olabilirler. Genel özellikleri kendini aşırı öne çıkarma ve böylece daralmış ve bunalmış olan ruhsal gerilimlerini rahatlatma eğiliminde olan¸ değersiz olduklarına inandıkları için kendilerine sahip olduklarıyla değer yükleyen bu kimseler¸ gün be gün psikolojik bir ölümü yaşamakta¸ bedenen diri olsalar da¸ ruhen canlılık işareti göstermemektedirler. Ruhen canlı olmak için sosyal çevreyle bütünleşebilmek¸ en azından çevrenin farkında olmak gerekir. Bunun yolu da öncelikle vermekten¸ paylaşmaktan korkmamaktır.
"Veren al¸ alan elden üstündür" buyurur ALLAH Resulü. Biz bu hadisi çoğunlukla sosyolojik açıdan¸ sosyal hayatta verenlerin daha değerli olduğu gibi bir anlamda yorumlarız. Olayın bir de psikolojik yönü vardır oysa. Veren el¸ vermeyi becerebilen¸ vermekten korkmayan ve vermeyi bir kayıp değil¸ bir kazanç olarak gören bir yürekten beslenir. Bu yüreği taşıyan kişi¸ sadaka¸ zekât veya başka isimlerle tasaddukta bulunurken¸ verdiği sadece üç-beş kuruş para değil¸ yüreğinde filizlenmiş sevgi çiçeğidir. Çünkü para veya mal vermek¸ sevgiyle yoğrulmamış bir yüreğin işi olamaz. Muhabbet ikliminde alınıp verilen dünyevî mülklerin ne kıymeti olur ki? Nihayet bize ihtiyacımız anında yardımcı olan¸ imkânlarını sunan¸ parasal desteğini esirgemeyen insanlar¸ bizde derin bir sevgi ve saygı oluşturarak kardeşliğin temellerini tesis etmiş olmazlar mı? Böylece sevgiyi veren elin sahibi¸ sevgiyi veren yüreğin sahibi¸ karşılığında sevgi bulur. Sevgi kuşatırsa yürekleri¸ gerisi harman olur. Gün gelir onun bize ihtiyacı olur biz de ona maddî destek oluruz. Öyle ya¸ dostlar¸ kardeşler arasında sözü mü olur artık bunların.
Muhacirler göçtüğünde Medine'ye¸ Ensar onları nasıl karşılamış bir düşünelim. Hiçbir beklenti olmaksızın nasıl onlara sahip olduklarından vermiş¸ nasıl böyle soylu bir eyleme tereddütsüz imza atmış? Ne ummuşlar ve ne olmuşlar acaba? Kaybettikleri yüzünden iflas edip¸ aç ve sefil mi kalmışlar? Paylaştıkları için malları eksilmiş ve huzurları mı kaçmış? Ruhları yokluktan dolayı daralmış ve onları bunalımlara mı sürüklemiş?
Hiç şüphesiz bunların hiçbiri olmadığı gibi¸ arınmışlık ve insan olarak ulaştıkları iç zenginliğin sonucunda onlar sevgi medeniyeti kurarak insanlığa örnek olmuşlardır. Zenginliği para ve malda görmeyip¸ ruhsal zenginliğe önem vermişlerdir. ALLAH ve Resulüne olan sevgileri¸ onları insan olmanın anlamını kavramaya götürmüş ve sanki Yunus'un şu mısraları onların tercüme-i halleri olmuştur: "Ballar balını buldum¸ kovanım yağma olsun"
O halde mal ve para yoksulluğundan çok¸ iç yoksulluğundan korkalım. Verememekten¸ vermekten korkmayan bir yürek sahibi olamamaktan¸ ruhlarımızı hapseden o dünyayı güvensiz olarak algılama ve değersizlik duygularından korkalım ve kaçınalım. Ruhlarımızı arındıralım kirlerden. Önce sevgiyi verelim¸ paylaşmayı becerelim ki¸ kir tutan ruhlarımız arınsın. Şunu hiçbir zaman unutmayalım: Vermek ruhu arındırır....
Selam Sevgi ve Dua ile...