ebeda
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ebeda

Sonu Olmayan Bir Yolda Birlikte Yürüyenlerin Sitesi
 
AnasayfaAnasayfa  Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi Empty  Radyo  Latest imagesLatest images  AramaArama  Giriş yap  Kayıt OlKayıt Ol  
Son Konular
Konu Son Yazan GöndermeTarihi
Cuma Şub. 09 2024, 12:26
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:24
Çarş. Ara. 06 2023, 12:37
Çarş. Ara. 06 2023, 12:26
Çarş. Ara. 06 2023, 12:20
Ptsi Ara. 04 2023, 15:55
Ptsi Kas. 06 2023, 20:33
Ptsi Kas. 06 2023, 20:23
Ptsi Kas. 06 2023, 20:19
Ptsi Kas. 06 2023, 20:17
Ptsi Kas. 06 2023, 20:16
Ptsi Kas. 06 2023, 20:15
Ptsi Kas. 06 2023, 20:14

 

 Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
mustafa43
Admin
Admin
mustafa43


Mesaj Sayısı : 12855
Kayıt tarihi : 03/07/08

Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi Empty
MesajKonu: Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi   Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi EmptyPaz Eyl. 01 2013, 19:30

Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi

Yüreği nasırlar bağlamış bir tarihe yaslanmak ne acı. Şehirlerin karanlık çehresini neden hiçbir icat aydınlatamıyor. Fabrikalar atıklarını ruhlarımıza mı akıtıyor yoksa. Tabiat, halifeliğini unutan insanın bir kral gibi davranarak çevreyi yağmalamasına ne kadar daha tahammül edecek. Sevgiyi bir elektrik akımına indirgeyenler bugün nerede. Cevaplar sorulara karşı hiç bu kadar umursamaz bir tavır takınmışlar mıydı...

Sevgi varlığın mayasıdır. Suret kadehleriyle onu içmeye çalışan hiç bir yürek, ona doya doya kanamadı. Sevgiyi görüntü aynasında temaşa etmeye yeltenen kem gözlerin nazarları sonunda yine kendilerine döndü. Şehirleri sevginin kılıcıyla fethetmeyen hiçbir medeniyete zaman vefa göstermedi. Kimi zaman sözlüklerden kovuldu sevgi, kimi zaman bilimin inşa ettiği şehirlerden sürüldü. Bazen aşağılandı, bazen yok sayıldı. Ondan bir tutamlık ilgiyi esirgeyenler de oldu, dalkavukluk yaparken onu arkadan hançerleyenler de. Sevginin cübbesine saklandı şehvet ve onu kalpazanlara ısmarladı. Öyle bir noktaya geldi ki insanlık, aşkı tahrip edilmiş bir tarih kadar sahte görmeye başladı. Mutahhari’nin deyişiyle Romeo ile Juliet’lerin, Leyla ile Mecnun’ların, Ferhat ile Şirin’lerin aşkları bugün yaşanmıyor artık. Bugün aşkın ölümünden bahsediyoruz.

Aşkın ve iffetin sembolü olan kadının yok edildiği bir yerde sevginin var olabilmesine imkan var mıydı. Sokaklarda ise dudaklarda tüten yalancı bir ihtilal şarkısından başka bir şey yoktu. Sevginin ve aşkın kimliği ve dili, ilkin akıl ve bilim, sonra adalet, en sonra da özgürlük adına inkâr edildi. Modern insan, Descartes’ın aklına sarılmış ve Pascal’ın kalbini giyotine göndermişti. Freud’un cinsellik nazariyesi baş tacı edilirken, medeniyetlerin kuruluşunu sevgiyle açıklamaya çalışan Schiller’in görüşleri zırvalık olarak algılanmıştı. Batıda yeşeren onlarca felsefe akımının tek ortak paydası vardı ve o da akılcılıktı. Rönesansla beraber, insanlığı kurtarmak için kendini feda eden ve insanlara kılıçlarının kanlarını sevgi denizinde yıkamayı salık veren İsa, Platon’un akademisine hapsedildi. Sokrat bizi çoktan aldatmıştı bile. Bacon’ın gösterdiği yeni hedefe, yürekler susuzluktan çatlamak üzere olan atlar gibi dörtnala koşmaya çoktan hazırdı, bilgi güçtür...

Nietzsche, kendisini aldatan sevgilisinin intikamını bütün bir felsefenin köklerini sevgisizlikle sulayarak alma yolunu seçmişti. Bu şartlar altında insanlık birkaç cılız çığlık duymadı değil, ama bu seslenişler yüreklere İsrafil’in surunu üflettirecek kadar güçlü değildi. Ne Halil Cibran’ın elçiliğe soyunarak insanlara sevgiyi tebliğ etmesi, ne de Herman Hesse’nin inanca ve sevgiye aklın yoluyla ulaşılamayacağı yönündeki çırpınışları durumu değiştirmeyecekti. İnsanlık kendine yabancılaşmış ve sevgiyi ötelerde aramaya koyulmuştu bir defa. Bilinçaltının karanlık dünyasında iz süren süvarilerin tüm emekleri ve zamanları bir serap uğruna heba olacak olsa bile artık yapacak fazla bir şey yoktu. Sevginin ulaşılması imkansız bir hayâl olup olmadığını vicdanlarına ancak bu uzun ve zorlu arayış fısıldayabilirdi. Sevginin ruhlarda gerçekleşen bir depremin enkazı altında sıkışıp kaldığını ve umutsuzca imdat feryatları savurduğunu acaba sağır vicdanların duyma şansı var mıydı...

Vebâdan nasibini alan sadece sevgi değildi. Merhamet ve şefkat de hissizliğin oklarına hedef olmuştu. Nietzsche, ilerlemenin ve üstün insana ulaşmanın tek yolunun üstümüze ve başımıza bulaşmış tüm merhamet kırıntılarını süpürmekten geçtiği hususunda gayet emin görünüyordu. Bütün ütopyalarda adalet, şefkat ve merhametin yerine geçmişti. Oysa şefkat ve merhamet olmadan hangi adaletten bahsedilebilirdi ki. Eşitlik bayrağını bizatihi göndere yükselten şey şefkat ve merhametten başka neydi ki. Şefkati bir zaaf olarak gören odaklar ilk olarak kadının annelik duygusuna saldırdılar. Kadını bu şefkat hissiyle mücehhez kılan yaratılış hikmetini anlamaktan uzak bu akımlar, kadının lâtif ruhunu dehşetli bir ahlâk yoksulluğuna terk etmekten zerre kadar hayâ etmediler. Viktor Hugo, kadınlar zayıftır, anneler ise güçlü diyordu. Ancak Batıyı kapalı gözlerle takip eden ve diline kadının özgürlüğü diye bir slogan dolayan bu sözde aydınları, annenin sadece çocuk değil tüm bir toplumu doğurduğunu nereden bilecekti. Oysa küçük bir çaba onlara kadının yüce ALLAH'ın Cemâl isimlerinin bir tecelligâhı olduğunu gösterebilir ve İslam'ın tarihe adadığı Hz. Meryem, Hz. Safiye, Hz. Hacer, Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Zeynep, Hz. Rabia ve daha nice büyük kadının hikayelerini öğrenmelerine olanak hazırlayabilirdi. Ancak Gandi’nin dediği gibi, isteğin olmadığı yerde sevgi yoktur...

Sevgi, şefkat ve merhameti yansıtan bütün aynaları kırdık. Bizim için sadece gerçekler vardı ve bu gerçekleri modern bilimin rehberliğinde öğrenecektik. Merhameti kendimizden kopardığımız bir taviz gibi gördük. Şefkat elbisesini giymek bize sanki dağları andıran heybetimizden bir şeyler kaybettiriyordu. Gönlümüzü kaptırdığımız her şeyin bizi bir ihanetin çemberine sıkıştıracağını düşünmüştük. Bu dünya hayatında hiçbir yâre güvenilemeyeceğini biliyorduk ve yüreğimiz, her kıpırdayışında sevginin tohumlarını toprağından söküp atmaya her daim hazırdı. Mevlânâ; kainattan bir zerreyi çekip çıkarırsan, bütün kainat çöküverir diyordu. Bu koca kâinatı birbirine ayrılma kabul etmez bir şekilde bağlayan şey de neydi. Aslında bunu düşünmeye vaktimiz vardı, ama biz Einstein’ın belirttiği üzere düşünmekten korkuyorduk. Erich Fromm ‘Özgürlükten Kaçış’ı yazarken biz ‘sevgiden kaçış’ı tüm hücrelerimizle yaşıyorduk...

Tarihinde ve kültüründe Mevlânâ’sı olan bir toplumun sevgiyi, şefkati ve merhameti unutması mümkün müdür. Sevgi, şefkat ve merhameti bilginin imbiğinde damıtamayan yüreklerin hatırlayacağı hiçbir şey yoktur. Mevlana, kuruntuların ve arzuların ağırlığından kurtulmuş bir insanı, batmayarak suyun üstünde kalan bir ölüye benzetiyordu. Bilgiyi bir yüke veya bir sandala dönüştürmek bize bağlı. Ne bilgisiz bir sevgi ne de sevgisiz bir bilgi bizi istikamet üzere tutmaya yetebilir. Einstein'ın beyni ile, Mevlana'nın yüreğini yan yana getirmeyi başaramayan bir medeniyet daha baştan kaybetmiştir. Hem Sokrat'ın aklına, hem Spartakus'un gücüne, hem Marx'ın eşitliğine, hem Emerson'un kendine güvenine, hem Bergson'un sezgisine, hem Siddarta'nın aydınlanmasına, hem İbn-i Sina'nın zekâsına, hem Gazâli'nin ilmine, hem Mevlânâ'nın aşkına, hem Konfüçyüs'ün faziletli toplumuna, hem de Hz. Ali'nin irfan dolu imanına ihtiyacımız var...

Kısacası, dostlar, bizim derdimizden ancak Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) anlar. "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" diye buyurmuştu yüce peygamber. "Siz yerdekilere merhamet etmedikçe, göktekiler de size merhamet etmez" ifadesi onun başka bir hikmetli sözüydü. Kendisini Taif'te taşlayan güruh için ALLAH'tan sadece bağışlama dilemişti tarihin en soylu ruhu. Mekke'yi ele geçirdiğinde kendisine onca eza ve cefa veren ve onu doğup büyüdüğü şehri terke zorlayan Mekkelilere sormuştu. Bugün size nasıl muamele etmemi bekliyorsunuz. Hepsi bir ağızdan cevaplamıştı, Sen soylu bir ailenin soylu bir oğlusun. Bunun üzerine o, gidebilirsiniz. Bugün sizin için hiçbir kınama olmayacak, ALLAH sizi bağışlasın. O bağışlayıcıların en merhametlisidir diye buyurmuştu. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir sevgi, şefkat ve merhamet peygamberiydi. Bazen mescitte, arka saflarda bir çocuğun ağladığını duyması üzerine, bir annenin çocuğu için endişeleneceğini düşünerek, kıldırdığı namazı kısaltırdı. Çocuklara karşı özel bir sevgisi vardı. Bir defasında torunları Hasan ve Hüseyin'i kucağında severken, onu gören Akra ibn Habis'in benim on çocuğum var ama şu ana kadar onlardan hiçbirisini öpmedim demesi üzerine ona şöyle çıkışmıştı. Eğer ALLAH yüreğinden merhamet duygusunu söküp çıkarmışsa ben ne yapabilirim ki...

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) şefkati sadece insanları değil bütün bir kâinatı kucaklamaya yetecek kadar engindi. Bir defasında önceki bazı peygamberlerin bir karınca yuvasını ateşe verdikleri için ALLAH tarafından çok sert bir şekilde ikaz edildiklerini anlatmıştı. Bir gün, bir adamın bıçağını, keseceği koyunun önünde bilediğini görmüş ve ona kızarak, bu zavallı hayvanı kaç defa öldürmek istiyorsun diye sormuştu. Yine ondan, kötü yola düşmüş bir kadının susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su verdiği için sonunda cennete gittiğini öğreniyoruz...

Sevgisizlik ve katılıktan kıvranan çağımızın gerçek muhabbet fedâilerine ihtiyacı var. Birileri kalkıp insanlığın vicdanına tarihin dudaklarında pörsümüş olan bu şarkıyı yeniden çalmalı. Nietzsche'nin gözyaşlarını silmek, Sartre ve Camus'un karamsar ruhlarına ümit aşılamak, Marx'a hayatta ekmekten daha önemli şeyler olduğunu da anımsatmak, William James'in pragmatizmine ahlak aşılamak, Freud'a sevginin şehvetten çok daha büyük olduğunu anlatmak, Makyavel'e başarı için başvurulan nice yolların bağışlanamaz olduğunu öğretmek, ve Thomas More'u daldığı ütopya hülyasından uyandırmak gerek. İnsanı tek boyutlu felsefelerin kıskacından kurtararak, onu Hz. Muhammed'in (s.a.v.) mektebinde yetişen çok boyutlu, kâmil insanlarla hemhâl kılmak lazım. Mevlânâ'nın engin hoşgörüsünü, Arâbi'nin okyanus derinliğindeki kalbini, Yunus'un insan anlayışını, Ibni Sinâ'nın varlığı okuyuş biçimini, Gazâli'nin imanını, Molla Sadra'nın aşkın hikmetini, Ebu Zer'in adaletçi vicdanını, Hz. Ali'nin devrimci zühdünü, tarihin kucağından alıp bugüne taşımak lazım. Sevgi, şefkat ve merhametin varlığın her zerresini kuşattığına inanan ve hakikatin kendi ruhlarının derinliklerinde gizlenmekte olduğunu bilen kimseler için bu hiç de zor değil. Bunun için uzun ve zorlu bir tarih yolculuğuna çıkmak gerekmiyor, hikmet bize sadece bir kitap uzaklığında.Yeter ki biz kendi benliğimizi perde perde kitaba ve hikmete açalım. Hayret işte bu gerçek rahmet, değil mi...

Selam Sevgi ve Dua ile...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
MaVi_GüL
Admin
Admin
MaVi_GüL


Mesaj Sayısı : 16821
Kayıt tarihi : 03/07/08

Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi   Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi EmptyPtsi Eyl. 02 2013, 00:56

çiçek16Allah razı olsun  çiçek16 
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sevgiden Kaçışın Kısa Tarihi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Son Kullanma Tarihi Geçmeyen Dostluklara
» Bir Kaçışın Öyküsü...
» Bir Kaçışın Öyküsü...
» Acının Son Kullanma Tarihi...
» Dünyayı utandıracak tarihi gerçek!

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ebeda :: Sanat ve Edebiyat :: Makaleler-
Buraya geçin: