ebeda Sonu Olmayan Bir Yolda Birlikte Yürüyenlerin Sitesi |
Son Konular
|
Konu
|
Son Yazan |
GöndermeTarihi |
|
| Cuma Şub. 09 2024, 12:26
|
|
| Cuma Şub. 09 2024, 12:25
|
|
| Cuma Şub. 09 2024, 12:25
|
|
| Cuma Şub. 09 2024, 12:24
|
|
| Çarş. Ara. 06 2023, 12:37
|
|
| Çarş. Ara. 06 2023, 12:26
|
|
| Çarş. Ara. 06 2023, 12:20
|
|
| Ptsi Ara. 04 2023, 15:55
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:33
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:23
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:19
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:17
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:16
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:15
|
|
| Ptsi Kas. 06 2023, 20:14
|
| | Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Cennet Çiçeği Özel Üye
Mesaj Sayısı : 5244 Kayıt tarihi : 02/08/10 Yaş : 53
| Konu: Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri Ptsi Ekim 25 2010, 23:12 | |
| Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri
Acaba başımıza gelen sıkıntı ve musibetlerin hikmetleri nelerdir? Bu davetsiz misafirlerimizi nasıl karşılamalıyız? Birkaç yazı çerçevesinde bu konuyu inancımız ışığında değerlendireceğiz. Şunu da belirtelim ki, iman ve güzel ahlak dışında her nimet aslında bizim için bir imtihandır.
Belki felaketimize sebep olabilir. Bazen nimet sandığımız hususların, gerçekte tersi bizim için nimettir. ALLAH bazen en büyük nimetleri en büyük musibetler içinde saklar. O bela ve musibetleri nimete ulaşmak için köprü yapar. Genellikle nimete nimetle kavuşulmaz. Rahata rahatla erişilmez.
Sıkıntı ve musibet günahları temizler
İnsan, bu dünyada misafir bir memurdur. Önemli bir görev için buradadır. Sermayesi olan ömür dakikalarıyla ebedî mutluluğu kazanacaktır. Yaptığımız her iyilik bize puan kazandırdığı gibi, gerektiğinde dişimizi sıkarak sabrettiğimiz her sıkıntı da bize derece kazandırır.
Peygamberimiz (a.s.m.), mü'minin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu belirtir. Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir belanın da ALLAH'ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu âhiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır.
Dünyada geçici bir süre için sıkıntı çekmek, oradaki ebedi sıkıntıdan kurtarabilir. Eski âlimler, "Eğer dünya musibetleri olmasaydı, âhirete müflis olarak giderdik" derken bu gerçeğe işaret etmişler. ALLAH'ı kullara şikâyet etmemek, yakınıp sızlanmamak şartıyla geçici hastalık dakikaları bire bin âhiret sevabı kazandırır. Bir dakika hastalık bazen bir gün ibadet hükmüne geçer. Âhirette çok tatlı meyveler verirler.
Musibetler, asıl büyük musibet olan inançsızlıktan alıkoyar
Asıl büyük hastalık, inançsızlık ve ibadetsizlik musibetidir. Bizi ikaz edip bu gibi dehşetli hastalıklardan kurtarmaya vesile olan maddî dertlerimiz, aslında dert değil dermandır. ALLAH'ı tanıyan ve ona kulluk edenin dünyası aydınlık ve mutlulukla doludur. Kişi imanın kuvvetine göre bunu hisseder. İmanın verdiği manevî sevinç ve şifa yanında küçük maddi hastalıklar hiç hükmünde kalır.
Diğer taraftan dünyada yaşadığımız acı ve sıkıntılar, âhirette nimet olarak kendini gösterecek. Dünyanın tatlı gördüğümüz günahlı birçok sahnesi ise, orada acı birer tablo halinde karşımıza çıkacak.
Dünya hizmet ve çalışma yurdudur; ücret ve mükâfat yeri değildir. Kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde soğukkanlılığını kaybetmez, isyan etmez ve ALLAH'a hamd ederse, alacağı diğer sevapların yanı sıra kendisi için Cennette bir köşk inşa edilir. En büyük musibet olan ölüm bile, mü'min için bir rahatlık vesilesidir.
Musibetler, birer sabır sınavıdır
Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, 'manimizin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), "Şüphesiz, büyük mükâfat büyük belalardadır. ALLAH bir topluluğu severse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur." buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, "sabırlılar defteri"ne kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Mü'minin durumu hayret vericidir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükâfat alır. Kısacası, ALLAH'ın mü'min için her hükmü hayırdır."
Diğer yandan nimetle azmak, sıkıntıyla isyan etmek imanla asla bağdaşmayan bir durumdur.
Hastalık ve musibet insanı ALLAH'a yaklaştırır
Hastalık ve musibet insanı ALLAH'a yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın fâniliğini hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. "Biz insana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur."( Fussilet Sûresi, 41:51) âyeti bu gerçeğe işaret eder.
Böyle durumlarda gerçek mü'min, sadece ALLAH'tan yardım diler, O'na yalvarır. Şifa için derman aramakla beraber, falcıya, medyuma, üfürükçüye gitmez, mezardan, türbeden medet ummaz. Malını ve servetini hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedeni-i hastalık kaplayan, buna rağmen sabah akşam hamd ederek Rabbinin hükmüne hoşnutluğunu dile getiren, her şeyin ALLAH'ın elinde olduğunu bilerek halini kimseye şikâyet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle O'na seslenen Hz. Eyyûb (a.s.) gibi davranır: "Rabbim, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin."( Enbiyâ Sûresi, 21:83) ALLAH da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldırır ve onu över: "Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Gerçekten ALLAH'a yönelirdi."( Sâd Sûresi, 38:44)
Gönülde kulluk bilincini uyandırır
Hastalık ve musibetler, gönülde kulluk bilincini uyandırır; ruh dünyamızda çeşit çeşit kulluk çiçekleri açtırır. Nice hastalık ve musibet vardır ki, kul için bir şok görevi yapar. Fıtratının rayına oturmasını sağlar. Hayatına istikamet kazandırır. Tövbe ile kulluk görevine döndürür.
Böyleleri için hastalık bir sıhhat, sağlık ise bir hastalıktır. Nice sağlığı yerinde, güçlü kuvvetli, tuzu kuru insan vardır ki, bu dünyayı tatlı görüp, âhireti unutup gaflete gömülmüş asıl büyük hastalığa tutulmuşlardır. Hastalık sayesinde dünyanın fâniliğini anlamış, asıl yurdunun özlemi içine girmiş, dini görevlerini merak edip araştırmaya koyulmuş görünüşte acıdığımız, aslında gıpta edilesi bahtiyar insanlar vardır.
Böyleleri için hastalık bir nimet ve rahmettir. Nimet imtihanı, sıkıntı imtihanından daha çetindir. Bir sıkıntı ve musibete maruz kaldığımızda, geçirdiğimiz sağlık ve afiyet günlerini düşünüp soğukkanlılığımızı korumalı, isyan etmekten haya etmeliyiz.
Nitekim sahabelerden Urve b. Zübeyr'in (r.a.) bir ayağı kangrenden kesilmek zorunda kaldığında şöyle demiş: "Rabbim, yedi evladım vardı. Birini aldıysan altısını bıraktın. Toplam dört olan el ve ayaklarımdan birini aldıysan üçünü bıraktın. Bela verdiysen, daha önce afiyet de verdin. Bazı nimetleri almışsan bir kısmını da bıraktın." Sonra önünde kesik ayağını görünce, "Rabbim bilir ki, seninle bilerek asla bir kötülüğe doğru yürümedim." diyerek bundan dolayı ALLAH'a şükrünü dile getirmiş.
Yazar: Prof.Dr.Abdulaziz Hatip | |
| | | Cennet Çiçeği Özel Üye
Mesaj Sayısı : 5244 Kayıt tarihi : 02/08/10 Yaş : 53
| Konu: Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri Ptsi Ekim 25 2010, 23:20 | |
| Kötü duygu ve düşünceleri giderir
Hastalık ve musibetler insanın kibir ve gurur gibi kötü duygularını giderir; insanı mütevazı, merhametli ve sevimli kılar. Ömür boyu işleri yolunda gitse, burnu bile kanamasa, aslını ve akıbetini unutup azabilir. Hastalık ve musibetlerin verdiği dersle, taştan ve demirden olmadığını, her an dağılmak üzere et ve kemikten ibaret, bin bir türlü ihtiyaç ve noksanlık içinde yuvarlanan aciz bir varlık olduğunu anlar. Kendi başına gözle görülmeyen en ufak bir mikropla dahi baş edemediğini, faydasının, zararının, hayatının, ölümünün kendi elinde olmadığını kavrar.
Dolayısıyla büyüklenmesinin, başkalarına tepeden bakmasının son derece anlamsız olduğunu fark eder. Kulluk tavrını takınır. Sürekli sağlık ve afiyet, bazen insanı şımartabilir. Elindeki nimetleri sahiplenmesine, kendisine mal edip gerçek kaynağını unutmasına sebep olabilir.
Oysa hastalık ve musibetler, bir gönül kırıklığı vererek bizi hem ALLAH'a hem de insanlara yaklaştırır. Her ikisi nezdinde isteklerimizin kabulüne, makbul bir insan olmamıza yardımcı olur. Nitekim ortak noktaları gariplik; alçakgönüllülük ve gönül kırıklığı olan mazlumun, yolcunun, oruçlunun ve hastanın duasının reddedilmeyeceği bildirilmiştir.
Gerçek tevekkülü kazandırır
Hastalık ve musibetin bir hikmeti de, çaresizlik halinde kalbin sadece ALLAH'a çevrilmesi ve kurtuluşun yalnızca ondan beklenmesidir. Bu beklenti başlı başına büyük ve halis bir ibadettir. Ağır hasta ve musibet zedelerde bu engin tevekkül hali açıkça görülür. Kullardan bütünüyle ümit keser; tüm ümidini ALLAH'a bağlarlar. Beden dilleriyle adeta şu mesajı verirler: "Ya Rabbi! Senden başka sığınılacak kapı kalmadı. Son çare Sensin. Ümit Sendendir." Bu samimi iltica, makbul bir dua hükmüne geçer ve bazen derhal tesirini gösterir.
Öyle zaman olur ki, doktorlar hastadan ümit kesildiğini belirtir; o da inancının verdiği moral ve ilhamla samimi, kalpten Yüce Rabbine yalvarır; derken bir anda olmazlar oluverir. Bu güzel duygu ve halis dua büyük bir kerameti gerçekleştirir. Doktorlar bile olanları hayret ve ibretle seyrederler. Bu öyle bir ibadettir ki, ancak böylesi bir ruh haliyle kazanılabilir. "Ne zaman ki Peygamberler, (kavminin imana gelmesinden) ümitlerini keserler ve artık yalancı olarak görüldüklerine kanaat getirirler, işte o anda kendilerine yardımımız ulaşır..."( Yusuf Sûresi, 12:110) âyeti başka bir açıdan bu İlâhî imdada işaret eder.
ALLAH katında iyi bir kul olmanın işareti sayılabilir
"Yüksek dağların başı dumanlı olur." ve "ALLAH, dağına göre kar verir" atasözlerimiz büyük bir gerçeğe işaret ederler. Sıkıntı, musibet ve hastalık ALLAH nezdinde büyüklük ve makbuliyetin işareti olabilir. "ALLAH birinin hayrını dilediğinde ona musibet verir" hadisi de aynı gerçeği dile getirir.
Ömür boyu, sıkıntı, hastalık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlığı onun hem dinî hem de dünyevî davranışlarına yansır. Peygamberimiz fizikî güç ve kuvvetiyle kendini beğenmiş böyle birisi için, "Cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın" buyurmuştur.
Yapamadığımız iyilik ve ibadetlerimiz aynen yazılmaya devam eder
İnsan genişlikte ALLAH'ı hatırlamalı ki, ALLAH da darlık ve sıkıntıda onu gözetsin. Hastalık ve musibet, günahları silip temizleme fonksiyonuna sahiptir. Bununla birlikte hastalık ve musibet nedeniyle yapamadığımız ibadetlerimiz, yapılıyormuş gibi yazılmaya devam eder. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükâfatı aynen yazılmaya devam eder.
Hatta bunama, aklını yitirme gibi yıllarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir durumda ALLAH'ın, yazıcı meleklere, Kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yazmalarını emrettiğini bildirmiştir.
Dileyip de gereğini yerine getiremediğimiz yüksek derecelere erdirir
Bazen gönülden arzuladığımız ve dua edip ALLAH'tan istediğimiz manevî bir derece ve cennette bir mertebe olur. Fakat bu öylesine yüksektir ki ibadet ve iyiliklerimizle ona ulaşmamız mümkün olmaz. ALLAH da kulunu bir musibet ve sıkıntı ile imtihan eder ve sabırla ona ulaşmasını mümkün kılar.
Sağlık ve afiyet nimetinin değerini öğretip şükre sevk eder
Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. "Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür" sözü ünlüdür.
Kanunî'nin "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" beyti de, dünyada hiçbir servetin sağlık kadar değerli olmadığını belirtir. Ömür boyu sağlık ve refah içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin değerini bilemezler. Tıpkı, deryada yüzüp de denizin farkında olamayan balıklar ve her an doya doya havayı teneffüs edip de etrafındaki atmosferi göremeyen insanlar gibi...
Bilindiği gibi hangi yerimiz ağrısa vücudumuzun en önemli organının o olduğunu zannederiz. Diş, göz, kulak vs. ağrısını çekenler ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde istifade ettiğimiz bu cihazlarımızın ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlarlar. İşte hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de içinde yüzüp değerini bilemediğimiz, dolayısıyla şükrünü gereği gibi yerine getiremediğimiz nimetlerin farkına varmamıza yardımcı olmasıdır.
Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder. Bize düşen, bilgimizin sınırlı olduğunu bilip hakkımızda hayırlısının ne olduğunu bilemediğimizin bilincinde olmak; sağlık ve huzurumuz için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra halimize şükretmek ve her şeyin hayırlısını Rahmeti sonsuz Rabbimizden dilemektir.
Sonucu şifa olan acı birer ilaçtır
Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da âhiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır.
Yüce ALLAH, "Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır; hoşunuza giden bir şey de sizin için serdir. ALLAH bilir, siz bilmezsiniz."( 5 Bakara Sûresi, 2:216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.
Bize düşen, kendimiz için en iyi bildiğimiz yolda var gücümüzle çaba göstermekle beraber, tersiyle karşılaştığımızda "bir hikmeti vardır" diyerek ALLAH'a teslim olmak ve fırtına geçinceye kadar sabretmektir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın ifade ettiği gibi,
"Hak serleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif ânı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler." diyerek isyandan kaçınmak; tatlı neticeyi ve musibet karının altındaki sevimli bahar çiçeklerinin açmasını beklemektir.
Bazen daha büyük hastalık ve musibetlerin gelmesini önler
Hastalığın bir hikmeti de, daha büyük hastalıkların ilâcı olasıdır. Meselâ humma gibi ateşli bazı hastalıklar vücutta bazı kimyevî reaksiyonlar oluşturup bazı zararlı maddelerin çözülüp atılması, yada savunma sistemimizde görev alacak bazı antikorların imal edilmesi fonksiyonunu görür. Nitekim humma hastalığına lanet okuyan bir kadına Peygamberimiz, böyle yapmamasını, çünkü körüğün demirdeki pası giderdiği gibi, bu hastalığın da insanoğlunun hata ve günahlarını giderdiğini belirtmiştir. Yine, hadislerde bir günlük hummanın bir yıllık günaha kefaret olduğu ifade edilmiştir.
İlâhî birer ikazdır
Hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de, birer İlahî ikaz olması, insanı korkuyla uyandırması ve ALLAH'ın yoluna yöneltmesidir. Mü'min, hastalığın hikmetini bildiği için ondan gerekli dersi çıkarır. İnançsız kimse ise, niçin hastalandığını ve nasıl iyileştiğini ibretle düşünmez.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şerifte, böylelerini sahibi tarafından niçin bağlandığını ve bağının niçin çözüldüğünü bilmeyen deveye benzetmiştir. Şu halde hastalık bizim için emin bir nasihatçi, merhametli bir mürşittir. Bu açıdan ona minnettar olmalıyız. Ancak çekilmesi zor bir hal aldığında sabır için ALLAH'a dua etmeliyiz.
Atlattığımızda sağlık ve afiyetimizin değerini bilmeyi öğretir
Hastalık ve musibetler insanda sağlık ve afiyete yönelik bir özlem ve buna kavuşunca da ciddi bir sevinç ve şükür duygusunu uyandırırlar. Lezzetin gitmesi elem olduğu gibi, elemin gitmesi de lezzettir. Kısa süreli bir musibet ve hastalık, her hatırlandığında "Oh!" dedirtip geçmiş lezzetini tazeler. Öte yandan, sıkıntılar feraha yönelik bir gerilim meydana getirir, olumlu istikamete doğru daha ciddi ilerlemeyi sağlar.
Hasta ve musibetzede sağlığına kavuştuktan sonra sağlığının kıymetini böyle bir tecrübeyi yaşamayandan daha iyi bilir. Hastalık, yoksulluk ve korku sıkıntısından kurtulup sağlık, varlık ve güven nimetini yakalayan kimse, söz konusu nimetler içinde gözünü açıp zıtlarım tatmamış birine oranla daha çok sevinç hisseder, haline şükreder ve Rabbine muhabbet duyar.
Gafleti önler, manen uyanık tutar Hastalık, musibet ve sıkıntıyla kişi ALLAH'a karşı daha çok acizlik, ihtiyaç ve yoksulluğunu hisseder. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ALLAH'a muhtaçtır. ALLAH'ın ise hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hastalık ve musibetler olmazsa, kişi gaflete dalarak kendini unutur.
Hatta daha da ileri giderek ALLAH'a karşı cüretkâr iddialarda bulunmaya kalkışabilir. Tarihte tanrılık davası güden Firavun gibi kimseler hep, acizlik, fakirlik ve muhtaçlıklarını unutan mağrur kişilerden çıkmıştır. En katı ve zorba adamlar bile hastalandıklarında acizlik, yoksulluk ve çaresizliğini derinden hissederek yüreği yumuşar ve Rabbine sığınma ihtiyacını duyar.
Vücudumuzun Sanatkârı olan Rabbimizin güzel isimlerine bakan hikmetleri var
Her şeyden önce, bu vücudumuz ve sahip gibi göründüğümüz neyimiz varsa aslında bizim değildir. Biz onları kendimiz yapmadık, yolda bulmadık, bir yerlerden satın da almadık. Bize emaneten verilmişler. Bu emanetin Sahibi olan Yüce Rabbimiz, emanetinde hikmeti gereği bazen isteğimiz dışında tasarrufta bulunuyor. Buna karşılık bazen dünyada, genellikle de âhirette büyük mükâfatlar veriyor. Bundan yakınmaya hakkımız olmasa gerektir.
Tıpkı büyük bir ücret karşılığında, bir yoksula modellik yaptıran çok zengin bir sanatkâr terzi gibi, ruhumuza giydirilmiş paha biçilmez beden elbisemiz üzerinde Yüce Sanatkâr da icraatta bulunur.
Güzel isimlerine değişik yönlerden ayna yapar. Bundan şikâyet etmeye hakkımız yoktur. Açlık duygusu vererek ardından türlü azıklarla bizi besleyip Rezzak ismini tanıttığı gibi, hastalık ve dert vererek ardından şifaya kavuşturmakla, Safi ismine bizi ayna yapıyor. Eğer perde açılsa ve biz hastalık ve musibetlerin hikmetlerini görebilsek, ürküp nefret ettiğimiz dertlerimizi sevecek ve bundan dolayı Rabbimize şükredeceğiz.
Sonu ölüm de olsa, mü'min için korkulacak bir şey değildir
Hastalıktan korkulması, bazen ölümle sonuçlandığı içindir. Oysa ölüm mü'min için asla korkulacak bir şey değildir. O bizim için bir anne rahmini andıran bu dünyadan, âhiret âlemine ikinci bir doğuştur. Hayat memuriyet ve askerliğinden bir terhis ve paydostur.
Çalışmalarımızın ücretini almaya gidiştir. Milyonlarca akraba ve dostlarımıza kavuşmadır... Şu halde "Ucunda ölüm yok ya!" sözü yerine bütün bu manalarını düşünüp "Ucunda ölüm var ya!" diyerek hastalığı adeta sevmeliyiz. Eğer korkacak-sak, ölümün bizi hazırlıksız yakalamasından korkmalı ve endişe etmeliyiz.
Gerçek ömrümüz, sadece içinde bulunduğumuz andır
Birçok hastalığın temelinde psikolojik nedenler yatar. Yersiz korku ve endişeler sebep olur. Oysa hastalıkların yukarıdan beri saydığımız hikmetleri düşünüldüğünde hastalığın o kadar da korkulacak, dehşete kapılacak bir şey olmadığı anlaşılır.
Ömrümüzü bulunduğumuz an bilmeliyiz. Günler öncesinden Çektiğimiz acı ve sıkıntılara ileride yaşayacaklarımızı da katıp birlikte düşünerek yükümüzü ağırlaştırmamalıyız. Bir dakika öncesinin bile elemi ile birlikte geçtiğini, sevabını bıraktığını, bir dakika sonrasının ise henüz gelmediğini, gelmediği için de şimdiden düşünüp feryat etmenin anlamsız olduğunu düşünmeli, sabır gücümüzü şu andaki acıya karşı kullanmalıyız.
O zaman kıl kadar incelip küçülmüş acılarımıza rahatlıkla katlanabildiğimizi göreceğiz. Sevabını da düşünüp şükredeceğiz. Hastalığımız da hafifleyip iyileşme yoluna daha rahat girecektir.
Sızlanmak ve sabırsızlık göstermek musibeti artırır, tevekkül ise hafifletir
En büyük bela ve musibetler peygamberlere, sonra evliyalara, sonra da iyilik derecelerine göre diğer insanlara gelmiştir. Bütün o salih insanlar, musibetlere İlâhî bir hediye gözüyle bakmışlardır. Bu mübarek nurlu kafileye katılabilmek için, hastalık ve musibete onların gözüyle bakmak, şikâyet etmek şöyle dursun, sabır göstermek, hatta şükretmek gerekir.
Bazı hastalıklar, ölümle sonuçlandıklarında kişiye şehitlik derecesini bile kazandırır. Doğumdan, karın sancısından, boğulmak ve yanmaktan ve taundan vefat etmek böyledir. Hastalığa karşı yakınmak, "Ne yaptım da bu başıma geldi?" diye sızlanmak, ALLAH'ı kullara şikâyet etmek, maddi hastalıktan daha büyük manevî bir hastalık ve musibettir. Kırılmış el ile dövüşüp intikam almak gibidir. Hastalığı daha da artırır. "Kendilerine bir musibet geldiğinde 'Biz ALLAH'a aidiz ve sonunda yine O'na döneceğiz.'"( Bakara Sûresi, 2:156) diyerek ALLAH'a teslim olmak en isabetli davranıştır.
Şifa ALLAH'tandır
ALLAH her derdin dermanını yaratmıştır. Yeryüzü büyük bir eczanedir. Bu ilâçları araştırıp bulmak, kullanıp istifade etmek ALLAH'ın emridir. Ancak bunda da insanlar için büyük bir imtihan söz konusudur. O da tesiri ilaçlardan beklemek, iyileştiğinde ilacın veya doktorun iyileştirdiğini söylemek insana imtihanı kaybettirir. Şifa veren ALLAH'tır. İlaçlar ve doktorlar sadece birer vasıtadır.
Küllenmiş dostluk ve yakınlıkları tazeleyip güçlendirir
Hastalık ve musibetler, başta anne ve babamız olmak üzere tüm gerçek dostlarımızın bize olan küllenmiş dostluk, şefkat ve yakınlığını canlandırır. Ziyaretimize koşturur. Etrafımızda pervane yapar. Bize olan sevgilerini yeniden yaşarız.
Kucaklaşmaya, birbirinin imdadına koşmaya vesile olan hastalık ve musibet kendi acısını unutturur. Bu aynı zamanda etrafımızdaki insanlar için de bir test bir sınav olur. Kara gün dostlarımızı ortaya çıkarır. Yeni dostluklar kurmaya vesile olur. Onlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlarız. Bencillikten kurtuluruz. Bütün bunlar manevî bir haz ve lezzet verirler.
ALLAH'ın merhamet ve yakınlığına mazhar eder
ALLAH, rahmet ve şefkatiyle her zaman hastanın yanındadır. Bu çok özel bir ilgi ve yakınlıktır. Bir hadiste belirtildiğine göre, Yüce ALLAH, "Ey Âdemoğlu, falan kulum hastalandı da sen yanma uğramadın. Eğer uğrasaydın, orada beni bulacaktın." buyurur. Yine, "Ben gönlü kırıklarla beraberim." buyurmuştur.
Hastalık, musibet, gurbet ve kimsesizlik insanların şefkat ve merhametini celp edip dostluklarını kazandırır da bütün merhametlileri yaratan, bütün annelerin yüreklerini şefkat ile parlatan, her bahar mevsiminde rahmet ve kereminin parıltılarıyla yeryüzünü büyük bir nimet sofrası haline getiren merhametiler merhametlisinin şefkat ve rahmetini celp etmez mi?
Madem ki o var ve bizi görüyor, o halde bizim için her şey var. Asıl gurbette ve kimsesiz olan, iman ve teslimiyetle O'na bağlanmayan veya buna önem vermeyendir.
Felç gibi ağır hastalıklar çok yüksek manevî dereceler kazandırır
Felç ve inme gibi hastalıklar insanı iyice dünyadan soğutur. Dünyanın fânî ve geçici, kendisinin ise önemli görevleri bulunan misafir bir memur olduğunu gösterir. Böylelerini artık dünyanın aldatıcı oyunları boğamaz. Gözünü kapayamaz. Nefsin kötülüklerinden kurtulur. Kısa zamanda o hastalık sayesinde büyük bir evliya gibi manevî yüksek bir dereceye çıkar. Hastalık kendisi için çok ucuz düşer. Bunun şartı iman, teslimiyet ve tevekküldür.
Musibet zedelere bakan yakınlarına yönelik büyük hikmetleri var
Hastalığın bir de hastaya bakanlara yönelik hikmetleri var. Anne ve babalar hiçbir karşılık beklemeden büyük bir fedakârlık ve özenle baktıkları hasta yavrularından dolayı çok büyük sevap alırlar. Hasta anne, baba ve akrabalara bakmak da aynı şekilde çok sevaplıdır. Bunun yanında onların dualarını alma, kırık gönüllerine merhem olma, onlara hizmet etme fırsatı verir.
Bu da kişiye hem dünyada hem de âhirette saadet kazandırır. Bu şekilde başta anne baba olmak üzere, büyüklerine hizmet eden bir evlat, yaşlılığında evlat ve yakınlarından hizmet ve şefkat görür. Yaşlı, hasta ve kimsesizlere hizmet etmek sadece yakınlarla sınırlı tutulmamalı, din kardeşliği yönüyle bütün bu durumdaki insanlara fedakârca, şefkat ve merhametle hizmet etmek Müslümanlığın gereğidir.
Hastalık ve musibetlerin bu ve benzeri hikmetlerine bakarak, dünyada sağlık ve afiyet yerine hastalık ve musibet istemek gerektiğini düşünenler olabilir. Böyle bir düşünce doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.m.) dine davet için gittiği, kovulup taşlanarak kanlar içinde bırakıldığı Taif yolculuğunda "Sen bana kırgın olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi yok. Ancak afiyetin benim için daha ferahlatıcıdır." diye dua etmiştir.
Yine amcası Hz. Abbas (r.a.) kendisinden bir dua öğretmesini isteyince Hz. Peygamber (a.s.m.) şöyle demiştir: "ALLAH'tan af ve afiyet dile. Hiç kimseye kuvvetli imandan sonra afiyetten daha üstün bir nimet verilmemiştir."
Hasan-ı Basrî de, "Hiçbir kötülük içermeyen nimet, şükrü yerine getirilen afiyettir." demiştir. Şu halde sürekli olarak ALLAH'tan tam nimeti ve beladan uzak tutmasını dilemeliyiz. Bununla beraber, kul bir bela ve musibete maruz kaldığında sabretmeli ve ALLAH'ın takdirine rıza göstermelidir.
Yazar: Prof.Dr.Abdulaziz Hatip | |
| | | mustafa43 Admin
Mesaj Sayısı : 12855 Kayıt tarihi : 03/07/08
| Konu: Geri: Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri Salı Ekim 26 2010, 11:34 | |
| | |
| | | | Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|