GiTmeK...
Gitmek...
İki gitmek var benim bildiğim...
Birinci gitmekte dönüş vardır. Aklı, gözleri ve kalbi yollara döktüren bekleyene...
Bekleyen vardır, birde beklenen...
Özleyen ve özlendiğini bilen...
Özlendiğini biliyor olmanın getirmiş olduğu hisle sarhoş olan vardır.
Özlenmek... Ne güzel şey... Beklendiğini bilmek...
Özlemek... Aklını yorarken öte yandan kalbini yumuşatan ilaç... Ve ardından mutlak kavuşmak...
İkinci gitmekte dönüş yoktur...
O gitmiştir ve bir daha hiç dönmeyecektir.
En son gördüğünle hafızana kazınan silik bir hatıradır artık o...
Giderken ardından değil bir sürahi su, seller akıtılsa yinede dönmeyecektir... Su gibi gidecektir fakat ne su gibi, nede kendisi gibi dönecektir. O, artık dönülmez yolun yolcusu olmuştur. Omuzlarda taşınırken cansız beden, kim bilir aklından neler geçer kalanın...
Ateş düştüğü yeri yakarken, kim bilir nice ayrılıklarla yanar yürekler ve kim bilir nice kavuşmayla felah bulur dertten pas tutmuş kalpler...
“Su gibi git, su gibi gel”
“Su gibi aziz ol”
“Su gibi ömrün olsun”
Sevilen ve istenen suyla özdeşleştirilir. Çünkü su durudur... Su, seni aldatmaz.
Emin olduğunda işte o duru su gibidir. Olduğu gibi, berrak, aldatmacasız...
Gitmek iki türlü derken bir şey atladım sanırım... O da; gitmeden gitmiş olanlar. Belki de en kötüsünü, çekilmesi en zor olanı atladım...
O, vardır, sende varsındır. Fakat o, çoktan gitmiştir. Ve sen onun gittiğinden habersizsindir. O da senden uzak olduğunun...
Ve bir gün o, gerçekten gider ve seni üzer...
Nasıl mı?
Olmayan bir uzvun sancısı gibi...
Gözün yoktur fakat gözün ağrır...
Kolun yoktur fakat olmayan kolun ağrır...
O, hayatına hiç girmemiştir fakat bir gün gittiğinde kalbin ağrır...
Meğer o... Demek ki o... Evet o... O varmış dersin...
Gidişler bıçak gibidir.
Kalbini kanırtır... Her gidiş bir bıçak yarası gibidir. Çentikler atılır, yaralar açılır...
Yorgun kalpler yollara düşer...
Sayılı nefesler bir gün tükenecekler. Kimi kaza, kimi hastalık... Bahane hazır madem, ölüme bu kadar önlem neden?
Gitmek...
Gidecek bir yer hep var. Ve gidecek olan...
Sen! Ellerine bakıp düşünen adam! Yolculuk zamanı yaklaştı der gibisin. Ellerindeki buruşuklar, lekeler ne kadarda anlamlı. Ne hazin bir manzaradır şu düşünüş. Buruşuklara ve pörtlemiş damarlara anlam giydirmek. Eskiyi anıp iç çekmek... Tuzla buz olmaktan beter olmuş zamanı geri alıp tekrar yaşayamamak ne hazin...
Yaşlı adam!
Dur ağlama!
Sakın aynaya bakma! Bir ihtimâl son bakış olur belki... Bir kırık kalp görürsünde gözlerinin derininde, içlenirsin... Lânet ederken hayata anlarsın lâneti hak ettiğini. Ölesin gelir belki...
Kim bilir?
“Ol” diyenden af dilemekten öte köy yokmuş derken sen...” Ardında bıraktıklarının ayak seslerine hasret yıllara merhaba dercesine bir tebessüm belirir o bilinmeze yolculuğun başında...
Gitsen de “güle güle...” Kalsan da...
Betül AŞIK