1878 yılında Doğu Türkistan'daki Yarkent hanı veya diğer adı ile Kaşgar emiri Yakub beğ, Çin ordularına karşı harbi kaybeder. Çin istilasının ardından katliamlar yaygınlaşınca ülkeden göçler başlar. 1890 yılında Buhara'dan Mekke'ye gelen, oradan Karaman'a hicret eden ve Karaman'ın Çatak köyüne yerleşen Abdullah isimli Doğu Türkistanlı bir hoca bu köye ve çevresine çok faydalı olur. Vatandaşlık hakkını da elde eden ve Eğider soyadını alan bu hoca 1950 yılında Çatak köyünde vefat eder. Abdullah Eğider isimli bu hoca, bütün çevre köyler tarafından Çin'li hoca olarak bilinirdi. Köyde altmış yıl hocalık yapan Çin'li hocanın şiirleri de varmış ama şiir defteri bulunamamış.
Yalnız, küçük yaşlarda hocanın şiirlerini ezberleyen aynı köyden Ali Biber (Öksüz Ali)'in ezberindekiler Karaman esnafından sayın Abdullah Uzun tarafından toplanmış ve küçük bir dosya haline getirilmiş. Değerli dostum Mehmet Karaaslan (Sarı Memet) bu dosyanın bir nüshasını bana fotokopi olarak lutfettiler.
Aslında ben bu makaleyi bayram günü yayınlanması için hazırlamıştım. Ancak bayram günü sevinç günüdür, bu hüzün dolu şiir, insanı kederlendirir diye bayram sonuna erteledim. Gurbete düşen bir Türk insanı "Sılada bir evin bacası olsam" demiş. Baca, bir evin dışına itilmiş ve evin zehirli dumanını dışarı atan, yüzü ve içi kapkara olan bir şeydir. İşte sıla özlemini tetikleyen ve kendi ülkesinde siyah baca olmayı tercih ettiren şeyi gurbete çıkmayan bilemez.
Buyurun Abdullah Eğider hocayı dinleyin:
"Bayaram gelir geniş urba giyerdik
onu komşu, bacıların elin öperdik
Senin de bayramın geldimi bacım
Bu ayrılık sinene çöktü mü bacım.
Kimi keten giymiş kimisi pazen
Kimisin şalvarı aldan maviden
Kimisi ağlıyor artık gülmeden
Sen de karaları giydin mi bacım
Bayramda ağıyı yuttun mu bacım
Kardeşini sorarsan göğe bakmakta
Bayram gelince ağı yutmakta
Dünyayı Konyayı gözden atmakta
Görüşmek mahşere kaldı mı bacım
Bayramda yollara baktın mı bacım
Düştüm kaldım bu gün gurbet ellerde
Divane gözlerim şimdi yollarda
Zannedersem bacım kanlı yaşlarda
Berelinin halinden yaralı bilir.
Ne yazık vatanı elden uçurduk
Akıl ile fikri baştan kaçırdık
Düz ovada doğru yolu şaşırdık
Şaşkınlık halinden şaşanlar bilir.
Abdullah dağlarda taş olmak ister
Dertli insanlara eş olmak ister
Bacımın gözyaşın durdurmak ister
Bu derdi bacıdan ayrılan bilir.
GUGUG KUŞUNA
Sesin duydum gugug nereden geldin
Seherde bir garip ötmeye geldin
Yüreğim yaralı yakmaya geldin
Hazin hazin ötme yaralı gugug
Maksadın bacımı aramak mıdır
Yoksa gözüm yaşın akıtmak mıdır
Acı acı ötmek ustalık mıdır
Benim gibi bahtı karalı gugug.
Ben gibi dermansız aciz değilsin
Kanadın var daldan dala uçarsın
Niye benim gibi hasret çekersin
Sıladan gurbete varalı gugug
Abdullah der ötüşün sıladan gelir
Sesin duyar bacım aklıma gelir
Gücü olan uçar vatana gelir
Ben artık oldum buralı gugug
Yaralandım bir gecenin yarısı
Gül vücudum oldu ayva sarısı
Böyle imiş ak alnımın yazısı
Zalim felek kaldı davam mahşere
Şaşkın kaldım bulamadım bacımı
Kadir mevlam böyle yazmış yazımı
Garip bacım böyle görsün yahalimi
Zalim felek kaldı davam mahşere
Bizim ile gurbet ele gidenler
Bizi de gurbette kaldı den varın
Ağamdan bacımdan sual edenler
Çok selam gönderdi diyerek varın
Bacım beni sizlerden de sorarsa
Nerde benim kadeş diye ararsa
İbrişim saçını hemen yolarsa
Ağlamayın bacımı getirin varın
Bu dağlarda dürüldü ecel defterim
Günden güne arttı kardeş fırkatim
Ana ata kavim kardeş kıymetim
Ümit kesilince bildirin varın
Bu yerlerde oldu bize bir ferman
Ayrılık yüzünden halim pek yaman
Aradım bulamadım derdime derman
Ağamlasın bacım gelir den varın
Söyleyin ağama çırayı yaksın
Kitabım açsın da yüzüne baksın
Garip bacım benden umudun kessin
Doğruyu söyleyip öldü den varın
Sarığımı verin beni yuyana
Gömleğimi verin suyum koyana
Hacı Abdullah nerden diye sorana
Bu bir garip idi öldü den varın
Takdiri ilahide budur nasibim
Az verilmiş çok istesem çare ne
Ne kem kaderim yar ne de talihim
Bülbül gibi zar ağlasam çare ne"
Not:Şiirdeki teknik hatalar hocayı dinleyip ezberleyen köy çocuğu Öksüz Ali'den kaynaklanabilir.
Mahmut toptaş