ebeda
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ebeda

Sonu Olmayan Bir Yolda Birlikte Yürüyenlerin Sitesi
 
AnasayfaAnasayfa  Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? Empty  Radyo  Latest imagesLatest images  AramaArama  Giriş yap  Kayıt OlKayıt Ol  
Son Konular
Konu Son Yazan GöndermeTarihi
Cuma Şub. 09 2024, 12:26
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:24
Çarş. Ara. 06 2023, 12:37
Çarş. Ara. 06 2023, 12:26
Çarş. Ara. 06 2023, 12:20
Ptsi Ara. 04 2023, 15:55
Ptsi Kas. 06 2023, 20:33
Ptsi Kas. 06 2023, 20:23
Ptsi Kas. 06 2023, 20:19
Ptsi Kas. 06 2023, 20:17
Ptsi Kas. 06 2023, 20:16
Ptsi Kas. 06 2023, 20:15
Ptsi Kas. 06 2023, 20:14

 

 Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Cennet Çiçeği
Özel Üye
Özel Üye
Cennet Çiçeği


Mesaj Sayısı : 5244
Kayıt tarihi : 02/08/10
Yaş : 53

Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? Empty
MesajKonu: Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?   Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? EmptyCuma Ocak 04 2013, 19:08

Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?

Bazen olur ya, terk ediliriz.
Her bırakılış anidir, ansızındır, amansızın…

Dünyada ne kadar insan varsa o kadar terk ediliş acısı vardır. Benzersizdir o, parmak izleri gibidir. Ama en farklısı, bizim yaşadığımızdır, o en yersiz, en anlamsız olanıdır. Daha söyleyeceklerimiz vardır, paylaşacaklarımız, planlarımız, tartışmalarımız… Her şey yarım kalır. Bir an tüm dünyadaki her şey birden durur, nefes durur, zaman durur, sonsuz bir an hayat havada asılı kalır. Ve bir diğer an, havada asılı kalan her şey düşer! Önce biz düşeriz. Yere öyle bir çarparız ki, neredeyse yerçekimi ona katlanır. Kalkmak isteriz, kalkamayız. Ağırlığımız hatırladığımızdan çok fazladır. Bizden sonra ise yarım kalan hayaller düşer. Hepsi tek tek ve hiç ıskalamadan tam üzerimize düşer. Peş peşe darbeler alırız.

Hiç bilmediğimiz acılar türer bedenimizin hiç bilmediğimiz noktalarında. Kalp yerini hemen belli eder, o çok acır mesela, böyle terk durumlarında. Organlar isyandadır, zannedersin en çok onlar bu duruma karşıdır. Mide ağrır, ciğerler sıkışır, içiniz tümden yanar, nefes nefes olmaktan çıkar, külçe halini alır. Gözler ise bakmaz olur, baksa da görmez. Kulaklar desen ayrı vınlar, burun desen feci sızlar. Neredeyse her hücre ayrı bir feverandadır.

İnsan hiç alışmaz, alışamaz bırakılmaya, vazgeçilmeye, istenmemeye. Kaç kere gelse de başına hiçbir bağışıklık kazanmaz. Öyle tanımlanamaz bir kederdir ki bu; suçlu aşk zannettiğinden, sevgileri sorumlu tuttuğundan sevmekten vazgeçer gerekirse, kendini kendine mahkûm eder de riski göze alamaz. Aşk acısı zordur demiştim bir keresinde. Yanılıyorsun demişti bir arkadaşım, aşk acıtmaz, sevilenin gidişi acıtır.

Ben terk edenle terk edilenin aynı kişi olduğunu düşünürüm. İkisi aynı kavramdır benim gözümde. Biri giderek vazgeçer ilişkisinden, biri kalırken vazgeçmiştir zaten. Bazen bırakılana kadar uğraşır insan bazen bırakır gider hiç istemeden. Ne kalan dur diyebilmiştir ne giden kalacak yer bulabilmiştir.

Sevginin dili zordur. Lisan engeline takılmamasının sebebi belki de lisanlar üstü, kültürler üstü olmasındandır. Aynı dili konuşmak aynı kelimelerle konuşmak anlamına gelmez konu sevgi olunca. Canım dersiniz canın çıksın anlar bazen karşınızdaki, hayırların ise en çok evet anlamına geldiği dil de sevginin dilidir. Öyle bir duyuşta anlaşılmaz, bir bakışta çözülemez oluşu bundandır. Gidenle kalan o sebepten aynıdır işte burada, sözcükler bir fark yaratmaz.

Mağdur edebiyatını, kurban mentalitesini severiz biz milletçe. Ya hep ya hiççiyizdir bir yandan. Kesin kurallar dâhilindedir hayata bakışımız, katılığı marifetten biliriz. Esneklikten hoşlanmayız, döneklikle falan karıştırılmasından çekiniriz. O sebepten ayırırız kendimizi biz ve diğerleri diye. Biz iyilik timsaliyizdir, karşımızdaki mutlak kötü; biz masumuzdur muhatabımız günahkâr; biz ahlaklıyızdır, o namussuz; biz mertizdir diğeri namert. Arası yoktur bunun, biraz ondan bazen şundan değildir. Hepimiz insanız belki ama biz kesinlikle daha insanızdır. Kendimize yontmada da ustalaşmışızdır. Tüm doğruları biz yapar, yanlışları karşı tarafa bırakırız. Bizim de kabahatimiz vardır elbet, o da olsa olsa iyi niyetimiz, saf kalbimizdir. Yoksa bizde fesat, zaaf, yanlış olmaz, olamaz.

Sona eren ilişkinin ardından var olabilmesi, acıyı tolere edebilmesi, yaşamını sürdürebilmesi için dengesini yeniden kurabilmesi gerekir insanın. Eldeki en pratik yöntem ise suçlamadır. Suç aranır, suçlu aranır. Suç varsa orada ceza da olacaktır. Kişinin kendini suçlaması çok kısa sürer. Kim hata yaptığını düşünür ki, hem de birçok kere. Kendisine az buçuk bakar, suya sabuna dokunmadan sorgular, kafasını karıştırmayacak kadar eleştirir ve masumiyetine karar verir. Olsa olsa kurbandır. İlişkisine her şeyini vermiş, bildiği her şekilde sevmiş, kendi ihtiyaç duyduğu türde sevgi ve şefkati eşine, eşi daha talep bile etmeden yağdırmıştır. Evet suçu vardır, o da nankör, kıymet bilmez, ne yapsa yaranılmaz birine emek vermiş olmasıdır. Bu belki kör talihinin bir oyunudur ama sonuçta vicdanı herşeyi iyi niyetiyle yapmasından ötürü son derece rahattır.

“Ben iyiyim, sen kötü” temel psikolojik savunma mekanizmalarından biridir. Hata yapmış olmak psikolojik olgunluğa erişmemiş yetişkini belki her şeyden çok korkutur. Yaramazlık yaptığında azarlanan çocuk haline geri döner. Annesi bardağı kırdığı için kızmış ve onu sanki yine, “Git, ben senin annen değilim, yaramaz seni!” diyerek cezalandırmıştır. Bu cezanın korkutucu kısmı azarlanmak değil, annenin hata yaptığı için çocuğundan sevgisini esirgemesidir. Bu belki bir terbiye yöntemidir ve kuşkusuz ki anne ne yaramazlık yaparsa yapsın çocuğunu aynı yoğunlukta sevmektedir. Ama henüz soyut düşünme yeteneği gelişmemiş olan çocuk, yaptığı her yaramazlık, işlediği her “kabahat” in ardından benzer bir sevgi mahrumiyeti geldikçe yanlış yapmaktan ölümüne korkar. Ama insan psikolojisi bu kadar düz bir mantıkla maalesef ki işlemez. Çocuk korksa da yaramazlığa devam eder belki ama ne zaman bir yetişkin olur, işte o zaman eleştiriye, sorgulanmaya ve hatta suçlanmaya tahammül edemez hale gelir. Yetişkin insan beğenilmemekten, tenkit edilmekten, suçlu bulunmaktan ve hatta gerçekten ciddi hataları yapmış olabileceği gerçeğinden neden iliklerine kadar korktuğunu bilmez. Hissettiğinin korku olduğunu bile fark etmez.

Bir çocuk için anne-baba gibi temel sevgi kaynakları tarafından sevilmeme ihtimali hayati bir risk anlamına gelir. Çocuk yaşamını sürdürebilmek için bakıcılarının ilgi ve sevgisine muhtaçtır. İnsan yavrusu, kendi başını kurtarabilecek yaşa çok geç gelir ve bazen de hiç gelmez. Anlaşılma ve onaylanma insan için vazgeçilmezdir. Ancak bunlara sahip olursa sevilebileceği inancını taşır. Dolayısıyla hata yapmamalı, kendini muhakkak aklamalıdır. Yanlış yapanları kimse sevmez diye düşünür, kaybedenlerden uzak durulur. Zaaflar gizlenmeli, ayıplar, yasaklar, günahlar akla bile getirilmemelidir. Kusursuzluk çabasıyla kendini garantiye almak ister insan. İlişkilerinde, işlerinde, seçimlerinde hata yapmamış olmak ister. Hep en doğru şekilde düşünmüş, hep en dürüst şekilde davranmış, hep kendine yakışanı yapmış, elinden gelen gayretin fazlasını tüm iyi niyetiyle göstermiş olmak ister.

Oysa ki insan, yürümeyi öğrenirken düşer. Bir kere iki kere değil, defalarca ve çeşitli şekillerde düşer. Aynı şekilde, “Sağlam bir kalp, en az 10 kere kırılmış olandır” der bir Zen atasözü de. Gün gelir, kalbimiz güçlenir, zihnimiz netleşir ve “kabahat”lerimiz bizi eskisi kadar korkutmaz hale gelir. Gün gelir, hata yapanları da sevmeyi, kendi hatalarımızdan öğreniriz.

Olur ya bazen, terk ediliriz. Ne ilk olacaktır bu insanlık tarihinde ne son. Ama ne zaman ki terk edilme korkumuzun üstesinden geliriz, o zaman kendimizi günah ve sevaplarımızla belki ilk kez gerçekten olduğumuz gibi görebiliriz. Ne üstüste yanlışlar yaparız sırf bırakılmamak adına, ne bağlılıklardan kaçarız ne de çaresizce suçu dışarılarda ararız. Ödünler, rüşvetler, ödüller vermeden de sevilebileceğimizi; eksiğimiz, çirkinimiz, ayıbımızla da kabul edilebileceğimizi hissetmeye başlarız. Bedenimiz dikleşir, gözlerimize afacan çocukların neşeli bakışları geri gelir, hüznümüz neşemizle el ele verir ve işte belki o gün, terk edip, terk edilebileceğimiz bilinciyle gerçek bir ilişki kurarız karşımızdakiyle.

Murathan Mungan’ın “Terkeden” şiiriyle bitirmek istiyorum sözlerimi. Korkularımızdan özgürleşebilmemiz, suçlu aramaktan vazgeçebilmemiz, seçimlerimizin ardındaki kendimizi daha net görebilmemiz ümidiyle:

Kimdi giden kimdi kalan / giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar / dostluklar biter ne zaman?
Her geçen gün bir parça daha / aldı götürdü bizden.
Aynı kalmıyordu hiçbir şey / değişiyordu her şey / kendiliğinden.
Artık çözülmüştü ellerimiz / artık bölünmüştü yüreğimiz.
Birimiz söylemeliydi bunu / ötekini incitmeden.
Kimdi giden kimdi kalan / Aslında giden değil / kalandır terk eden.
Giden de / bu yüzden gitmiştir zaten…

İzmir Life Dergisi –

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
mustafa43
Admin
Admin
mustafa43


Mesaj Sayısı : 12855
Kayıt tarihi : 03/07/08

Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? Empty
MesajKonu: Geri: Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?   Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? EmptyCuma Ocak 04 2013, 19:16

çiçek6 Allah razı olsun çiçek6
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
MaVi_GüL
Admin
Admin
MaVi_GüL


Mesaj Sayısı : 16821
Kayıt tarihi : 03/07/08

Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? Empty
MesajKonu: Geri: Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?   Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden? EmptyC.tesi Ocak 05 2013, 00:41

çiçek10 Allah razı olsun 2 çiçek10
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Terk Etmek Mi, Terk Edilmek Mi?
» “Dildir insanı muazzez eden. Dildir insanı muazzeb eden…”
» Terk Ediyorum...
» Her Gidiş Bir Terk Ediştir...
» Beni Terk Etme Namazım

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ebeda :: Sanat ve Edebiyat :: Makaleler-
Buraya geçin: