ebeda
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ebeda

Sonu Olmayan Bir Yolda Birlikte Yürüyenlerin Sitesi
 
AnasayfaAnasayfa  Eski topraklar nasıl besleniyordu? Empty  Radyo  Latest imagesLatest images  AramaArama  Giriş yap  Kayıt OlKayıt Ol  
Son Konular
Konu Son Yazan GöndermeTarihi
Cuma Şub. 09 2024, 12:26
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:24
Çarş. Ara. 06 2023, 12:37
Çarş. Ara. 06 2023, 12:26
Çarş. Ara. 06 2023, 12:20
Ptsi Ara. 04 2023, 15:55
Ptsi Kas. 06 2023, 20:33
Ptsi Kas. 06 2023, 20:23
Ptsi Kas. 06 2023, 20:19
Ptsi Kas. 06 2023, 20:17
Ptsi Kas. 06 2023, 20:16
Ptsi Kas. 06 2023, 20:15
Ptsi Kas. 06 2023, 20:14

 

 Eski topraklar nasıl besleniyordu?

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
miftah
Admin
Admin
miftah


Mesaj Sayısı : 3360
Kayıt tarihi : 26/07/08

Eski topraklar nasıl besleniyordu? Empty
MesajKonu: Eski topraklar nasıl besleniyordu?   Eski topraklar nasıl besleniyordu? EmptySalı Ekim 30 2012, 14:18

Eski topraklar nasıl besleniyordu?

Tıptaki muazzam ilerlemelere rağmen diyabet, koroner kalp hastalığı,
hipertansiyon, felç, ülser, astım, depresyon, otizm, romatizma, müzmin
yorgunluk, kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi kronik hastalıklar son
yıllarda müthiş artış gösteriyor.

Bu artışı çok çeşitli nedenleri var, ama en önemlisi geleneksel beslenme
tarzımızı büyük ölçüde terk etmemiz. Bütün etrafımızı saran propagandaya,
reklâmlara, yazılara ve alışkanlıklarımıza inat, başımızı iki elimizin
arasına alıp düşünme zamanımız geldi. Sahiden, neleri yememeliyiz ya da
başka bir deyişle bizim ne yemeye ihtiyacımız var?

*Arzu Aygen'in* kaleminden.
** Eski topraklar nasıl besleniyordu?

Hatırlıyor musunuz? Herkesin birbirine iyi niyetle yaklaştığı, ekmeğin
ekmek, karanfilin karanfil gibi koktuğu, toprağın, yağmurun, ayın, güneşin,
börtü böceğin, insanların birbirleriyle uyum içinde yaşadığı zamanları...
Belki biz ucundan şahit olduk, belki de görmedik bile babaannemizin
anlattığı mis kokulu domatesleri, hikâyesi olan insanları.

Doğada mertliği bozan çok şey oldu; kimyasallar, hormonlar, daha çok
kazanma, daha güzel görünme, daha çok yeme, daha konforlu yaşama, daha çok
şeye sahip olma hırsı. Biz daha çok, daha çok istedikçe bunun yollarını da
bulduk ama unuttuk ki yapay müdahalelerle; doğaya ve doğamıza karşı gelerek
yaptıklarımız, bizi de doğadan koparıyor ve insani vasıflardan
uzaklaştırıyor. Bugün büyük şehirlerde yabancılaşmadan, yalnızlıklardan,
soğukluklardan şikâyetçiyiz. Hayvan sevgisi denince boğazından çekiştirerek
köpek gezdirmeyi, tabiatı sevmek denince ayaklarımızı toprağa değdiremeden
ormanda yürüyüş yapmayı anlıyoruz.

Bu genel kopukluk tablosu içinde vücudumuza da yabancılaşıyoruz. Bizi hiç
tanımayan doktorların gazetelerde çıkan sözlerine göre belimizi kalın,
kilomuzu fazla buluyoruz. Manken vücutlarına sahip olalım diye reçetemizi de
bu yazılardan öğreniyoruz; bol yeşillik, biraz et, öcü ekmek, aman sakın
yağ!

Çocukların durumu büyüklerden de vahim. Reklâm bombardımanı ile en çok
ihtiyaç duydukları şeylerin kola, şekerleme, çikolata, gofret, cips olduğunu
düşünüyorlar, düşündürtüyoruz.

Bütün etrafımızı saran propagandaya, reklâmlara, yazılara ve
alışkanlıklarımıza inat, başımızı iki elimizin arasına alıp düşünme
zamanımız geldi. Sahiden, bizim ne yemeye ihtiyacımız var?
Eski topraklar nasıl besleniyordu?

Sorunun cevabını diyabet, kanser, tansiyon, kolesterol, depresyon, alerji,
uykusuzluk gibi rahatsızlıklarla günümüzdekinden çok daha az karşılaşan 200
yıl önceki atalarımızın veya şu an "ilkel" dediğimiz toplulukların, neyi
nasıl yediklerine bakarak bulmaya çalışalım:
Mevsimin meyve sebzesi yeniyordu

Çilek yemek için Haziran'ın, salçalık biber almak için sonbaharın gelmesi
bekleniyordu. Günümüzde "modern" tarım uygulamalarıyla kabak, patlıcan,
biber, domates, salatalık bütün bir sene raflarda. Aslında doğanın o kadar
latif bir dengesi var ki; çok suya ihtiyacımız olan yaz aylarında karpuz,
hastalıklardan korunup güçlü kalmaya çalıştığımız kış aylarında narenciye
yetişiyor.

Gıdalar "gerçek"ti, rafine edilmiyordu. Rafinasyon işlemleri sırasında un,
şeker, yağ gibi gıdalar doğal mineral ve vitaminlerini kaybediyorlar. Rafine
ürünleri besleyici değerlerinden çok şey feda edilmiş olarak alıyoruz; hem
de bilmeden birçok paketlenmiş gıda aracılığıyla, dolaylı olarak yiyoruz.
Bugün çok yesek de doymadığımız oluyor, gıdaların besleyici değerinde
noksanlar var. Çok aşırı şişmanladığı halde bir türlü iyi beslenemeyenler
mevcut.
Genetik müdahaleler yaparak insanın istediği şekilde canlıların özünün
değiştirilmesi, ALLAH'ın yarattığını başkalaştırması yoktu.

Günümüzde ABD'nin başını çektiği ülkelerde, soya fasulyesi, mısır, buğday ve
pirinç başta olmak üzere birçok tahıl, bakliyat, sebze ve meyvenin genleri
ile oynanıyor. Genleri ile oynanmış tohumların üreticisi olan uluslararası
şirketler ülkemizde de tohum satıyor!
Herkes kendi civarında yetişenleri yerdi.

Şu anda Arjantin'den armut, Şili'den üzüm, ABD'den pirinç ve çeşitli
ülkelerden tropik meyveler ithal edilmekte. Oysa insanoğlu kendi ikliminin,
kendi coğrafyasının ürünü olan gıdalarla beslendiğinde vücudu için daha
şifalı bir etkisi oluyor. Örneğin, kendi yaşadığımız bölgenin balını yersek,
bu bal, çevremizde alerjiye neden olabilecek polen ve diğer tozlara karşı
anti alerjen görevi yaparak sağlığımızın korunmasına yardımcı oluyor.
Tarımsal üretimde kimyasal gübre, böcek ilacı veya hormon kullanılmıyordu.

Bu ilaçların tortuları meyve sebzenin kabuğunda kalabiliyor. Hormonlar ve
gübreler gıdanın yapısından bizlere de aktarılıyor. Bu son derece zararlı
yöntem yerine sadece doğal gübre ve böceklerle-zararlı otlarla doğal
mücadele yöntemleri kullanılarak yapılan tarıma günümüzde ekolojik / organik
/ biyolojik / yeşil tarım adı veriliyor.
Katkı maddeleri kullanılmıyordu, gıda ve kimya endüstrileri gelişmemişti.

Kimya endüstrisinin de gelişmesiyle çilek kokusu veya haşlanmış tavuk kokusu
laboratuarlarda üretilebiliyor; gıda üretiminde boyalar ve daha birçok katkı
maddesi kullanılıyor. Bu katkı maddeleri de çoğunlukla doğal değiller ve
vücudumuza "yabancı"lar. Birçoğu kanserojen.
Herkes kendi iç sesini dinleyebiliyor, kendisi için neyin daha iyi olduğunu
onu hiç görmemiş doktorlardan daha iyi biliyordu.

İnsanlar, reklâm panoları, televizyon, medya, ilaç şirketleri, özel
hastaneler tarafından henüz kuşatılmış değildi.
Yemek kalabalık aile sofralarında zevkle, muhabbetle yeniyordu.

Koşturmaca içindeyken, bir yandan televizyon seyrederken değil; yemeğin
tadını çıkara çıkara, sadece yemeği düşünerek yediğimizde vücudumuz çok daha
iyi sindirebiliyor ve yediklerimizden daha iyi faydalanabiliyor.
Hayatımızı güzelleştirmek zor değil!

Daha sağlıklı olan atalarımız veya günümüzün "ilkel" toplulukları gibi
beslenmeye geri dönmek, yelkovanı tersine çevirmek o kadar da zor değil.
Biraz gayret, biraz dikkatle hayatımız değişebilir, güzelleşebilir.

Biz ilk adım olarak rafine gıdaları ve bunlarla yapılmış tüm ürünleri
hayatımızdan çıkardık. Bu, şu anlama geliyor; beyaz un, rafine şeker, rafine
tuz, rafine yağ veya bunlarla yapılan gofret, cips, bisküvi, gazlı içecek,
hazır yemek gibi paketlenmiş ürünleri veya baklavalarla poğaçaları
yemiyoruz. Mevsimine göre, ekolojik, genetiği ile oynanmamış besinleri
bulmaya gayret ediyoruz.

Peki, çoğu evde maalesef kullanılan rafine gıdalar olmaksızın güzel şeyler
yapmak mümkün mü? Cevabımız "evet". Hem çok lezzetli, hem de doyurucu ve
besleyici tarifler çıktı denemelerimizle.

Kitabı ana-kız birlikte hazırladık. Annem, diğer teyzelerim gibi
anneannemden aldığı genlerle, çok güzel yemek yapmasıyla ünlüdür. Kitabı
birlikte yapma fikrini, bana yardımı dokunacağı için seve seve kabul etti -
gerçi hiç konuşulmasa da merhametli ana yüreğiyle zaten yardım ederdi-;
kapak taslağında adını görünce de çok şaşırdı. Mahcubiyetle adının
çıkarılmasını istedi. Buradaki çoğu tarif onun senelerdir bizim için
şefkatle pişirdikleri. (Belki duymuşsunuzdur, bir ailede yemeği annenin ya
da büyükannenin hazırlaması, pişirirken herkesi sevgiyle düşündükleri için,
yemeği çok daha şifalı kılıyormuş).

Sevdiklerimizi ve kendimizi "temiz" yiyeceklerle besleyerek hastalıklardan
ve tüm zayıflıklardan korunmamız dileğiyle...
Arzu Aygen (Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri kitabından alıntıdır.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
MaVi_GüL
Admin
Admin
MaVi_GüL


Mesaj Sayısı : 16821
Kayıt tarihi : 03/07/08

Eski topraklar nasıl besleniyordu? Empty
MesajKonu: Geri: Eski topraklar nasıl besleniyordu?   Eski topraklar nasıl besleniyordu? EmptyÇarş. Ekim 31 2012, 01:35

çiçek7 Allah razı olsun çiçek7
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Eski topraklar nasıl besleniyordu?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Eski Mektuplar Yok Artık ve Eski Dostluklarda Yok
» Bu Topraklar...
» Eski Yar...
» Eski arkadaş...
» Eski(me)miş Sessizlik

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ebeda :: Genel :: Sağlık-
Buraya geçin: