ebeda
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ebeda

Sonu Olmayan Bir Yolda Birlikte Yürüyenlerin Sitesi
 
AnasayfaAnasayfa  Sakın Sen Kuy-i Cananı...   Empty  Radyo  Latest imagesLatest images  AramaArama  Giriş yap  Kayıt OlKayıt Ol  
Son Konular
Konu Son Yazan GöndermeTarihi
Cuma Şub. 09 2024, 12:26
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:24
Çarş. Ara. 06 2023, 12:37
Çarş. Ara. 06 2023, 12:26
Çarş. Ara. 06 2023, 12:20
Ptsi Ara. 04 2023, 15:55
Ptsi Kas. 06 2023, 20:33
Ptsi Kas. 06 2023, 20:23
Ptsi Kas. 06 2023, 20:19
Ptsi Kas. 06 2023, 20:17
Ptsi Kas. 06 2023, 20:16
Ptsi Kas. 06 2023, 20:15
Ptsi Kas. 06 2023, 20:14

 

 Sakın Sen Kuy-i Cananı...

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
mustafa43
Admin
Admin
mustafa43


Mesaj Sayısı : 12855
Kayıt tarihi : 03/07/08

Sakın Sen Kuy-i Cananı...   Empty
MesajKonu: Sakın Sen Kuy-i Cananı...    Sakın Sen Kuy-i Cananı...   EmptySalı Eyl. 20 2011, 21:34

Sakın Sen Kuy-i Cananı...

Sakın sen kûy-ı cananı uzakdur sanma ey Mecnûn
Seher yola giren âşık gece Leylâ'da akşamlar

Ey Mecnun! Aşka tutulduğun andan itibaren sevgilinin
yurdunu kendine uzak sanma artık. Çünkü seher vakti
yola çıkan her âşık, daha o gece Leylâ'da akşamlar.

Bu beytin anlam derinliğini kestirebilmek için birkaç kelime üzerinde klâsik şiirin anlayışını açıklamakta yarar vardır sanırız.

İlk kelimemiz kûy-ı cânân (sevgilinin mahallesi, içinde sevgilinin de olduğu yer) olsun. Kûy-ı cânân, eski yerleşim ve şehirleşme sistemimize göre genellikle bahçe içinde bir evdir. Bahçesini çeviren harım (çalı çırpı ile örülmüş avlu) ve harımın içinde sevgiliye yakışır çiçekli bir bahçe ki gönüller açar. Harım kelimesi harem'den bozmadır. Harem'in Orta Çağ Avrupası'nda-ki adı "iç avlu" demek olan Atrium'dur (atrium, harem). İç avlu, genellikle havuzlu olur ve evin mahremiyetini sağlayacak duvarlarla çevrilidir. Kadınlar burada yabancı gözlerden uzak, açık giysilerle dolaşabilir ve gönüllerince eğlenirler.
Divan şiirinde âşığın bir Kabe gibi hürmet göstermesi gereken yegâne yer işte burasıdır. Sevgilinin orada bulunması kuyun değerini arttırmakta, taşını toprağını Kabe toprağı gibi
kıymetlendirmektedir. Bu toprak âşığın gözüne sürme diye çekilir, bağrına yakı diye sarılır. Kabe'nin yolları nasıl dikenli ve meşakkatli ise âşık için de sevgilinin kuyuna çıkan yollar hep zorluklarla doludur.

Aşkı bir ibadet gibi algılayan ve ona çok özen gösteren âşığın yüzü devamlı bu mahalleye yönelik olması dolayısıyla kûy, yine Kabe'yi andırır. Kutsallığı bu yüzdendir. Hatta o kadar kutsaldır ki Harem gibi yabancıların (kafir rakiplerin) ayak basmasına izin verilmez. Nitekim Harem-i Şerife de gayrimüslimler giremezler. Âşık elinden gelse buraya ağyardan (rakiplerinden) hiçbirisini sokmaz. Âdeta mahallenin başında geceleyip uykusuz sabahlar. Hatta bu yüzden o mahallenin köpekleriyle bile dostluğa razıdır. Buna rağmen âşığın, o kuyun içine girebildiği hiç görülmemiştir. Belki saba yeline yalvarıp yakararak içeride olup bitenden haber almaya çalışır. Sevgili, kendi kuyunda bir sultandır ve orada herkes ona muhtaçtır. Sultanlığında aksayan hiçbir şey yoktur; mükemmel bir hayat sürer. Âşık için bu sultanlık hudutlarında dilenci olmak; dünyaya sultan olmaktan yeğdir. Gözünden akan yaşlar ile orayı sulaması bir bakıma kûya hizmet demektir.
Aşık, kûyda sevgilinin yüzünü görecek olsa cennette didar görmüş gibi sevinir. Çünkü o bahçeden uzakta bulunmakla cennetten uzak bir cehennemi yaşamaktadır. İnleyişleriyle bir bülbülü andırması da şakıyışlarını o gülistanın en müstesna gülüne duyurma amacına yöneliktir.

Dikkat edilirse bütün bunlar âşığın o kûy etrafında dönüp dolandığını, oradan bir adım bile ayrılamadığını bize gösteriyor. Bu da şairin Mecnun'a "Kûy-ı cânânı uzakdır sanma!" diye akıl öğretmesini haklı çıkarmaktadır.

Beyitte üzerinde durmamız gereken ikinci kelimemiz Mecnun (deli, çılgın, aşk delisi) olsun. Peşinen söyleyelim ki kûy-ı cânâ-na yolu uğrayan herkes hemen o anda kendini kaybedip aşk çılgını oluverir. Çünkü aşk beklenilmez, birdenbire gelir. Aşka tu-aılan kişinin tavrı o anda başkalaşır, kalbinin ritmi artar, bedeninde fizyolojik değişimler baş gösterir, ne yaptığını bilmez olur. Bu hâl ise tam anlamıyla bir mecnunluktur. Tıpkı Leylâ'nın çılgını diye bilinen Kays'ın, adım adım delirmesi ve sonunda Mecnun olması gibi. Bilindiği gibi Kays, kara kuru bir kız olan Leylâ'ya tutulduktan sonra kendini aşk ülkesinde büyük bir yalnızlık ve o derece çokluk içinde bulur. Çöllerde yalnız başına geçirdiği günler, aslında sevgilisiyle dolu dolu yaşadığı zamanlara dönüşür. Bu yüzden onun tekilliğinde sonsuz bir çoğulluk vardır. Hücrelerine kadar Leylâ ile dolmak, baktığı zaman Leylâ'yı görüp konuştuğu vakit Leylâ'yı anlatmak, her eşyayı Leylâ olarak algılayıp hissettiği her duyguyu Leylâ diye yaşamak bu çılgınlığın en akıllıca sonucudur.
Aşk dıştan bakıldığında bir deliliktir; ama içine girildiğinde akla ihtiyaç göstermez olur. İnsan aklı nötr bir varlık veya bir sıvı gibidir. İçine konulduğu kabın şeklini alır. Aşk ise gönülde hissedilir. Bu bakımdan âşığın aklı, gönlünün emrine verilmiş sayılır. Akıl ile gönül, insanın birbiriyle çatışan değil, belki birbirleriyle bütünleşen iki soyut özelliğidir. Çünkü insanın en mutlu olduğu anlar, aklın gönül içinde eridiği; yani aşka kendini teslim ettiği anlardır. Aklın gönle teslimiyetini aşk olarak tanımladığımıza göre insanın soyut varlığını aşktan ibaret görebiliriz. Zaten insanlığımızı ölçen mihenk taşı, aklımızı değil gönlümüzü baz alır. Nitekim kişioğlunun erdemleri aklından değil gönlünden kaynaklanır. Gönlün biricik gıdası ise aşktır. Aşkı tatmayan yahut inkâr edenin, çevresine veya diğer yaratıklara karşı sevgi, vicdan, merhamet, saygı, hoşgörü vb. erdemlerinden bahsedilemez. Bu uslamlama bize, insanın erişebileceği nihaî noktanın aşk olduğunu gösterir ki, onun da en olgun şekli mec-nunluk, yani çılgınlıktır. Öyle ya aklı olmayanın ne derdi vardır ki?!.. Çevremize bakalım, delilerden başka mutlu insan görebiliyor muyuz?!..

Beyitte üzerinde duracağımız üçüncü kavram "yola girmek" tir. Sözlükler yola girmek için üç anlam gösteriyorlar. "Bir yere varmak için hareket etmek," "Doğru yolu bulmak, düzelmek, uslanmak" ve "tarikata (tarikat zaten yol demektir) girmek." Şairin bunlardan ilk iki anlamı özellikle kastettiği açıktır.

Elektrik ışığından yoksun çağlarda, geceler ölü zamanlar olarak bilinir ve hayat âdeta dururmuş. Bu yüzden, -her işte olduğu gibi- yolculuğa da başlamak için seher vaktinin tercih edilmesi ve gün ışığından yararlanmaya çalışılması normaldir. Şairin "Seher yola giren..." ifadesi aşk işinde gecikmemenin ve sevgiliye ulaşmak için elini çabuk tutmanın gerekliliğini gösterir. "Sabahın erken saatlerinde yola koyulma"nın aşka tercümesini "rüştünü ispat eder etmez bir sevgiliye yönelme" olarak yapabiliriz. İşte bu yönelme ile birlikte çok geçmeden insanın sevgiliyle dolup taşması, yani "gece Leylâ'da akşamlama"sı kaçınılmazdır.

Yola girmenin diğer anlamı "doğru yolu bulmak, düzelmek, uslanmak" idi. Buradan yola çıkarak şairin, aşka girmekle insanın doğru yola girmiş olacağını, -nitekim tasavvuf da bunu söyler-, bozuk düzen giden hayatını gönül bazında disipline edeceğini ve akıllanacağını (us= akıl) söylediğini görürüz. Bu ifadeden asıl akıllılığın, aşka yönelmek olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Bu da ancak âşığın kârıdır. O hâlde şimdi âşık'ı tanımlayalım:

Aşk (ışk) kelimesinin sözlük anlamı "sarmaşık" demektir.
Bahçeye düşen sarmaşık tohumu nasıl bütün bahçeyi sarıp sarmalar, hatta dışarı taşarsa; gönle düşen aşk tohumu da bütün bedeni sarıp sarmalar, oradan etrafa yayılır. Nice fidanlar, selvi-ler, çınarlar, bir sarmaşık tarafından sarılınca gitgide sarmaşık dallan arasında görünmez oluyorsa, aşk sarmaşığı da insan fidanını öyle kaplayıp görünmez eyler, yok eder. Sarmaşığın özelliği, sarıldığı ağacı içten içe kurutması, bitirmesi, sonunu hazırla-masıdır. Nitekim aşk da insanı sarınca onu içten içe eritip yok eder. Dıştan görünen yalnızca aşktır ve âşık da çevresini görmez olur. Çünkü sarmaşık onu öyle çevrelemiştir ki, dışarıda olup bitenleri ne duyar, ne görür; hatta duymak ve görmek de istemez. Aşka tutulan ağaçta artık bütün buyruklar sarmaşık tarafından verilir ve âşık "herkesi kör; dört yanı duvar sanır." Dıştan bakanlar onun sarmaşığını görürler ama ağaç sarmaşıktan fırsat bulup çevresini göremez. Sarmaşık nasıl hızlıca büyüyüp ağacı kaplarsa, aşk da öyle hızlı gelişir ve âşık (Mecnun) daha sabahtan akşama varmadan aşk sarmaşığıyla sarılıp geceyi onun koynunda geçirir (Leylâ'nın hayaliyle sarılıp yatar).
Beyitte açıklamamız gereken son kelime Leylâ'dır. Leylâ, leyi kelimesinden türemiştir ve leyi de "gece" demektir. Arabesk şarkıların "ya leyi, ya leyi..." diye uzayıp giden terennümleri hep o çöl gecelerinin ılık hüznünü içerdiği için liriktir. Leylâ adı, genellikle kara gözlü, kara saçlı, kara kaşlı kız çocuklarına verilen bir addır. Mecnun'un Leylâ'sı da böyle bir kız imiş; hatta bunlara ek olarak onun bahtı da kara çıkmıştır. Gece karanlığı ile Leylâ arasındaki bu bütünlük, âşığın bütün gecelerini aydınlatan bir nur olur ve hayallerinin kırkıncı kapısından girdikten sonra zifirî karanlıklar aşk ile nurlanır. Böylece şairin "gece Leylâ'da akşamlar" ifadesi bir kez daha güzelleşir ve her üçü de karanlıkla ilgili olan bu kelimeler (gece, Leylâ, akşam) âşığın kararan alınyazısını, kara bahtını ve işinin zor olduğunu temsil eder. İşte bu yüzdendir ki şair beytine ikinci bir anlam yükleyerek gözümüzün önündeki perdeyi kaldırır ve âşığa bir öğütte bulunur. Biz de onun öğüdüne uyarak beyitteki uzakdur (uzaktır) kelimesinin başına bir virgül, sonuna da bir nokta koyarak "uzak dur" şeklinde okuyalım.


Sakın sen kûy-ı canandan, uzak dur. Sanma ey Mecnûn
Seher yola giren âşık gece Leylâ'da akşamlar

Ey Mecnun! Aman ha, sevgilinin mahallesinden sakın ve
oradan uzak dur (gönlünü oraya kaptırma)!.. Seher vakti
yola giren her âşığın gece hemen Leylâ'ya kavuşacağını sanma.
(O mahalleye erişmek, öyle kolay işlerden değildir; insanın dünyasını karartır).
Şair haklı mi; ne dersiniz?!...


Selam Sevgi ve Dua ile...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
MaVi_GüL
Admin
Admin
MaVi_GüL


Mesaj Sayısı : 16821
Kayıt tarihi : 03/07/08

Sakın Sen Kuy-i Cananı...   Empty
MesajKonu: Geri: Sakın Sen Kuy-i Cananı...    Sakın Sen Kuy-i Cananı...   EmptyPaz Eyl. 25 2011, 23:04

çiçek4 Allah razı olsun çiçek4
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sakın Sen Kuy-i Cananı...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Gitti Canımın Cananı
» Gitme Sakın...
» Sakın '' PES ETME ''
» Sakın Yeme :)
» Yıkılma sakın!..

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ebeda :: Sanat ve Edebiyat :: Makaleler-
Buraya geçin: