Çocukluğumda yılbaşı, kutlanırdı evimizde.
Mahallemizin imamı bile, o akşam elinde maşası ile soba üzerinde kestane pişirirdi.
Eşi, Trakyalı Ayla Hanım da; enfes yemeklerle masayı süslerdi.
Her yılbaşı kar yağardı.
Geceye ayrı bir anlam katardı.
Üniversitede dünya görüşüm şekillenince, yılbaşı kutlaması bıçakla kesilir gibi bitti.
Baba ocağında, o gece ile ilgili, hiçbir alışverişe izin vermedim.
Biz Müslüman'dık.
Hıristiyan dünyası, bizim kutsal bir günümüzü kutluyor muydu?
O halde bize ne oluyordu.
Evlenince de, yılbaşı gecelerini neredeyse aç geçirecek kadar protest tavrımı bırakmadım.
O gece, insanlık için dualar ettim.
Çocuklar da alıştılar.
Yılbaşından birkaç gün önce ya da yeni yıldan birkaç gün sonra onlara sevdikleri yemekleri yaptım ya da dışarı çıkardım.
Ama ertesi günler, öğretmenleri; hadi yılbaşında ne yaptınız diye kompozisyon ödevi verdiklerinde.
Ya da yılbaşı sofranızı resme geçirin dediklerinde.
Duraksadılar.
Arkadaşlarının ödevleri, ortada hindi, yiyeceklerle süslü masa ya da açık televizyon görüntülü rengârenk boyalı resimlerdi.
Acaba boş kâğıt mı versek dediler.
Sıradan bir gün olarak yaşadığımızı, sohbet ettiğimizi, televizyonu açmadığımızı yazın dedim.
Bu yılbaşı da oğlumla yürüyüşe çıktık.
Saat 12'ye hayli vakit varken, alkol duvarları aşılmadan, silahlar patlamadan.
İnsanlar dükkânlardan meyve ve kuru yemiş alıyorlardı.
Yine de benim gençliğimdeki gibi, kuruyemişçi dükkânları önünde uzanan kuyruklar yoktu.
Fakat mütedeyyin yerler bile ucuz, kalitesiz, kırmızı Noel baba şapkası ve pelerini getirmiş satıyorlardı.
Özellikle plastik çam ağaçlarını alan dindar görüntülü insanlara şaşa kaldım.
Gazeteler, türbanlı kadınların bir pazarda, kırmızı iç çamaşırı alırken, resimlerini yayımladı.
Hani aramızda yarım metre türbanlık bir mesafe kalmış.
Ha yetiştiler modernlere, ha yetişecekler.
Madalyonun bir de öteki yüzü var tabii.
Tüketim kültürü diye öfkelensek de, o insanlar da ev geçindiriyor.
Yılbaşı, sevgililer günü herkes tektaş pırlanta alacak değil.
Ucuz Çin mallarından bir buket satarak geçinen haneler, öteki gerçekliğimiz.
Artık sahici menekşe alacak insanların sayısı da hızla azaldığına göre.
Madalyonun ayrı bir yüzüne de yurt dışında rastlamıştım.
O gece insanlar camilerde programlar yapmıştı.
Vaaz türü konuşmalar değil.
Yemeli içmeli.
Bendeki yılbaşı ile tezat görüntülerdi.
Ben bu gece Afrikalı aç çocukları düşüneceğiz diye ev halkını aç bırakırken, onlar koca leğenlerde çiğköfteler yoğurdular, gözlemeler açtılar, döner ve lahmacun stantları kurdular.
Her zaman cami yararına bunları satarken.
O gece bedava dağıttılar.
Şaşkındım, bu gece bu ne abartı diye itiraz ettim.
Onlar da haklı gerekçelerini anlattılar.
Gençlerimizi kaybetmemek için bu telaşımız, çoğu Hıristiyan arkadaşları ile sokak kutlamalarına gitmek istiyor. Su gibi alkol alıyorlar, havai fişekler, o masal ortamda yanlarındaki yarı çıplak kadınlarla sabahlıyorlar. Esrar ve seks, her şey dâhil.
Çocuklarımızı kaybetmemek için, biz de böyle eğlence düzenliyoruz.
Taksim'deki tabloyu dışarıda yaşayan Müslümanlar.
İkisi evli, üçü üniversiteli, kuyumcu, kasap bile olan onlarca Taksim sapığı.
Kızları taciz ettiler.
Dünyanın her tarafında böyle.
Aklı başında bir Fransız kadın, o gece yılbaşını kutlamak için, Şanzelize meydanına gitmez.
Bilir çünkü alkolü fazla kaçırmış bir adamın kendisine sarılıp öpeceğini.
Hatta değil yarı çıplak, tepeden tırnağa kapalı olsa da, sarhoş bir adamın taşkınlığından emin olamayacağını.
Bu tatsız durumu yaşamamak için adım atmaz.
Taksim'e çıkan kadın ve erkekler eşit şartlarda aslında.
Yerden yere vursak da sapıkları, aile eğitimi almamışlar desek de.
Yarı çıplak bir kadın da akıl olsa, alkol denizi bir meydanda, kendisinin rahat bırakılmayacağını hesap eder.
Mine Alpay Gün