Derneğimizde Prof. Dr. Cihan Okuyucu İle Mesnevi Dersleri Başlıyor
Gerek İslam tasavvufunda gerekse Türk ve dünya edebiyatında değeri tartışılmaz olan tasavvuf büyüğümüz Hz Mevlana Celaleddin Rumi’nin eşsiz eseri Mesnevi’yi anlamak üzere her hafta Salı günü bir araya geliyoruz.
Prof. Dr. Cihan Okuyucu bizleri her mısrası incelikli hikaye ve hikmetlerle dolu Mesnevi dünyasına buyur ediyor. Mesnevi’yi sadece okuyarak değil, dinleyerek daha iyi anlayacağını düşünen ve bu hikmet dolu pınardan susuzluğunu gidermek isteyen herkesi bekliyoruz.
Başlangıç Tarihi: 14 Aralık Salı 2010 Saat: 19.00
Yer: Fa-Der (Farkındalık Gelişim ve Kültür Derneği)
Zafer mah. Yıldırım Beyazıt cad. Çalışlar sok. No:14 Burakbey İş Merkezi Yenibosna-Bahçelievler/İstanbul
İrtibat: 0507 788 68 30
(Ders ücretsiz ve herkesin katılımına açıktır)
CİHAN OKUYUCU KİMDİR (1959 -):
Yazar, araştırmacı. Sakarya-Hendek'te doğdu. İlk ve orta tahsilini Hendek'te yaptı. İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi (1980).
Fakülteyi bitirdiği yıl Süleymaniye Kütüphanesinde çalışmaya başladı. 1985'te Eski Türk Edebiyatı sahasında doktorasını tamamladı.
1986'da Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne geçti. 1990'da doçent, 1996'da profesör oldu. 1998 ve 2009 yılları arasında Fatih Üniversitesi'nde ders veren Okuyucu 2009 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Edebiyat bölümünde ders vermeye başladı.
“İçimizdeki Mevlâna, Zamana Adanmış Sözler, Göz Hakkı Gönül Armağanı” gibi birçok eser veren yazar halen Yıldız Teknik Üniversitesi’nde görevini sürdürmekte, ayrıca Mehtap tv’de “Mesnevi Burcu” isimli programı sunmaktadır.
***
”… ”Ma bera-yı vasl kerden amedim
Ne bera-yı fasl kerden amedim”
Bu dünyaya, ayırmaya, bölmeye, parçalamaya gelmedik biz. Biz, kırıkları onarmaya, ayrılanları birleştirmeye, hasılı insanlar arasında köprü olmaya geldik.
Kırıkları onarmak, insanlar ve gönüller arasında yol olmak, köprü olmak! Bu, ne güzel mühendislik, bu ne mukaddes bir meslektir! Ve günümüz insanlığı böyle köprülere ne kadar muhtaç.
Günümüzde ulaşım ve haberleşme ağlarıyla mesafelerin aradan kalktığı, dünyanın küçülerek gerçek anlamıyla global bir köy haline dönüştüğü bir hakikat. Bunun neticesi olarak dillerimiz, kültürlerimiz, kılık kıyafetimiz birbirine karışıyor, farklar azalıyor.
Ne var ki bir yandan maddi anlamda birbirimize yaklaşırken diğer taraftan da hızla uzaklaşıyoruz. Milletleri birbirine komşu yapan bütün bu teknik imkanlar, köprüler, yollar onların arasına manevi köprüler kurmaya muvaffak olamıyor. İşte Mevlana ve sevgileriyle bütün insanlığı kucaklamış olan diğer gönül erlerine ihtiyacımız tam da bu noktada başlamakta.
Bu gün insanların birbirini anlaması, sevmesi, işbirliği yapması bir fantezi değil, tam anlamıyla bir zarurettir. Niçin?
Ancak her bir araya geliş şüphesiz bir fikrî alt yapıya muhtaçtır. İnsanlar hangi ortak değerlerde bir araya gelebilirler. Niçin ve nasıl? İşte büyük bir iftiharla söyleyebiliriz ki bütün bu sorulara bizim kültürümüzün verebileceği cevaplar vardır.
Çünkü biz farklı dil ve din mensuplarının karşılıklı saygı ve işbirliği içinde bir arada yaşayabileceğini geçmişteki tecrübeleriyle ispat etmiş bir milletiz. Biz Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bektaş ve Âşık Paşalar yetiştirmiş bir kültürün çocuklarıyız.
İsmini andığımız gönül erleri sayesinde asırlar boyunca farklı dil ve dine mensup insanlar karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde aynı coğrafyayı paylaşmışlar ve onu ortak vatan kılmışlardır.
Avrupa birliği için büyük gayretlerin sarf edildiği günümüzde gururla söyleyebiliriz ki hümaniter değerler bakımından bizim muhataplarımıza verebileceklerimiz alacağımız şeylerden çok daha fazladır.
Biz, Avrupa"da insanların inançlarından dolayı diri diri yakıldıkları bir çağda 72 millete aynı gözle bakmamanın vebalini Yunus"tan öğrendik.
Mevlana bize, o nefis üzüm hikayesiyle anlattı ki farklı kelimelerle ifade edilse de aslında bütün insanların peşinde oldukları hedefler, maksatlar birdir. Yaratılış farklılık üzerinedir ve farklılığa saygı yaratana saygının gereğidir.
Âşık Paşa"nın benzetmesiyle hepimiz bir elin parmakları gibiyiz. Bir bilekten çoğalan parmaklar gibi bizim de kökümüz birdir. Parmaklarımızın farklılığı elimizin kabiliyetini arttırmaktadır. İnsanların soy sop, inanç ve meslek farklılığı da bir zenginlik ve rahmet olarak kabul edilmelidir. Parmaklar bir işi kavramada nasıl yardımlaşırlarsa, bizler de ortak hedeflerde sımsıkı bir araya gelmeliyiz.
Demek ki Adem"in çocukları kökte bir olduğu gibi hedeflerde de bir araya gelebilmelidir. Milletimiz asırlarca bu büyük öğretmenlerin fikirlerini izledi ve devletimiz bir şemsiye gibi bütün farklı kültürleri korudu, kucakladı.
Bu müsamaha fikrine, bu gönül genişliğine bugün herkesten önce kendimiz muhtacız. Kim olursa olsun, bütün insanlarımızı ayırmadan sevmeyi, insanlara saygı duymayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Bizler onu yeniden öğrenmeliyiz ki, başkalarından da sevgi ve saygı beklemeye hakkımız olsun.
Şunu da unutmayalım ki farklı kültürlere gösterilen saygı bazılarının sandığı gibi kendi kültüründen vazgeçmek veya yozlaşmak anlamına gelmez.
Mevlana"nın şu nefis beyti adeta tek başına diyaloğun çerçevesini belirlemektedir:
“Hemçü pergârim der-pâ der-şeriat üstüvar
Pay-i diger seyr heftad ü dü-millet miküned”
Bir pergel gibiyiz biz. Bir ayağımız sımsıkı kendi dinimizin üzerinde, diğeriyle ise yetmiş iki milleti dolaşmadayız.
Mevlana gibi biz de bu gün bir ayağımız kendi kültür değerlerimizde sabitken, diğerleriyle 72 milleti kucaklayabilir, ortaklıklar kurabiliriz…”
(Yağmur Dergisi'nden Tahir Taner'in Cihan Okuyucu hocamızla yaptığı mülakattan alıntıdır)