Hayat Ertelemeye Gelmez
Hayatta neleri ıskaladığımızı hiç durup bir düşündünüz mü? Bir şeyi tercih ederken aslında nelerden vazgeçtiğimizi?
Nasılsa hep birlikteyiz diye en yakınlarımızdan neleri esirgediğimizi? Neyse, bu hafta olmadı, haftaya inşALLAH
diyerek neleri, belki bir ömrü ertelediğimizi? Bu kadar emin miyiz bizim için veya sevdiklerimiz için bir yarın olduğuna
gerçekten? Peki Hayat Ertelemeye Gelmez ya yoksa
15 dakikalık uyku için güzel örtülerde peynirli, domatesliÿ; ballı, kaymaklı kahvaltıdan vazgeçiyoruz, kuru bir
simide talim oluyoruz. Servise bindiğimizde sıcacık bir gülümsemeyi ve hatta bir ;Günaydını esirgiyoruz iş
arkadaşlarımızdan. İşe gelince de sıradan bir Nasılsın? deyip arkadaşımıza, cevabını bile dinlemeden telaşla işe
girişiveriyoruz. "Dün buradaydı ve iyiydi, nasılsa yarın da burada olacak" diye mi düşünüyoruz? Peki ya yarın işe
geldiğimizde onun acı bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini öğrenirsek
Çocuğumuz bacağımıza sarılıp çekiştirdiğinde Şimdi olmaz, şu bulaşığı bitirmem gerekiyor. ya da
Dur şimdi, önemli bir haber izliyorum, görmüyor musun? diyerek küçük bir öpücüğü, bir kucaklaşmayı bile
erteliyoruz çok zaman. Zaman ilerlediğinde, çocuğumuzun küçüklüğü hakkında bir şeyleri hatırlamak isteyip de
hatırlayamadığımızda artık çok geç olmayacak mı?
Yağmurda şemsiye açıyoruz, şöyle deli gibi ıslanılacak kaç yağmur daha görebileceğimizi bilmeden 20 dakikalık
yol için otobüse biniyoruz, ne zamana kadar yürüme kabiliyetine sahip olacağımızı bilmeden ya da engelli birinin
yürümek için neler verebileceğini düşünmeden
Her tercih bir vazgeçiştir aslında
Takip ettiğimiz bir diziden vazgeçmemek uğruna, arkadaşlarla yapılacak hoş sohbetlerden vazgeçiyoruz.
Para, kariyer, şöhret uğruna ailemizden, dostlarımızdan, değerlerimizden ve hatta hayatımızdan vazgeçiyoruz.
Hangi zamanı kimlerden çalıyoruz, çantada keklik gibi gördüklerimizden mi?
Sokakta kafamız önümüzde yürüyoruzÿ; öten kuşları, yeşeren ağaçları, flüt çalan küçük çocuğu, size bakıp
gençliğini hatırlayan yaşlı teyzeyi bile fark etmeden, öyle, hızlı hızlı geçip gidiyoruz hayatın kıyısından.
Ya da hayat geçiyor bizim kıyılarımızdan ve bir türlü uzanıp yakalayamıyoruz. Çünkü hep yetişilecek bir yerler
oluyor hayatta, hep yetiştirilecek bir işler, hep kaçırılmaması gereken otobüsler, uçaklar
Peki ya kaçırdıklarımız, yetişemediklerimiz ve tabii yetişilemediklerimiz
Şöyle bir hikaye anlatılagelir:
Meksika´da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor.
Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızlı tempoyla biraz daha yol
aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar.
Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup
tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar.
Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, ´Hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere
bekledik?´ Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel kiÿ; ´Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok
uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik...´
Bir gün geri dönüp baktığımızda her şey için çok geç olacak, ve muhtemelen ruhlarımız taaa çocukluğumuzda
kalmış olacak, saf, temiz ve yavaş. Ve sadece pişmanlıklarımızı yaşayacağımız bir hayatımız bile olmayacak.
O zaman Yarın değil bugün, hemen şimdi....
alıntı