Yıllarca işsiz yaşayanların, sonunda ölen bir madenciden boşalan yere kabul edildiklerinde yaşadıkları sevinci bilir misiniz?
İşsizlik ölümden acıdır çünkü.
Maden ocağındaki iş ise, ölümle kol koladır.
Önceki gün 19 Mayıs törenleri yapıldı.
İşçiler 540 metre derinlikte can çekişiyordu.
Televizyonlar "İşte ****** Gençliği", diye özellikle bir grubu afişe ediyordu.
Folklör kıyafeti giymiş kızları, "yok yok ****** gençliği bunlar değil" tezini zihinlere nakşedercesine.
Öz kültürü diri tutan şalvarlar, cepkenler, üçetekler değil de.
Kameranın asıl üzerinde durduğu, mini etekli kızların dansı idi.
Deniz Lisesinin oğlanları ile Kadıköy Anadolu Lisesi'nin kızlarının birlikte hazırladığı dans gösterisinden doğrusu çok hoşnut olmuştu bir kısım medya.
Modern ve laik Türkiye'ye yakışan etkinliklerden ziyadesi ile memnun kaldılar.
Her yıl 19 Mayıs'a bir ay kala demir perde ülkelerini hatırlatan görüntülerle stadyumlara topladıkları gençlerin gösterileri ile güçlü, kuvvetli bir gençliğimiz var meydan okunmasının yanı sıra bir başka murat da var.
Demirperde ülkelerinden farklı olan.
Sanmayın bütün gençlik örtülü namazlı, işte böyle çağdaş, çıplak, modern gençliğimiz de var övünmesi had safhada.
Ne ki gençlik işsiz.
İşte o stadyumlarda gösteriler yapan gençlerin yaşıtları, kuyularda o esnada son nefeslerini veriyorlardı.
Üstelik yalnız.
Ana kucağından uzak.
Ölümün en korkuncu olan boğulmalarda idiler.
Nefes alamıyorlardı.
O çocuklar ****** gençliği değil miydi?
Dışarıda anneleri baygındı.
Bahçelerinde güllerin bile boyunları büküktü.
Anneler, kuyularda kalan Yusuf yüzlü oğulları gibi ölümün sıtmasına tutulmuş üşüyorlardı, titriyorlardı.
Soluk basma etekler giymiş kızlar, madenci babalarını bekliyordu.
Elleri koyunlarında kadınlar, kızlar, delikanlılar, çocuklar bir mucize olsun diye dua ediyorlardı.
Ekran başındaki halk, bizler secdelere kapandık.
Otuz madenci sağ çıksın diye dualar ettik.
Ne ki acı haberler ilerleyen saatlerde ulaştı.
Yusuflar kuyulardan sağ çıkamamıştı.
Cansız bedenlere ulaşılmış, hayat durmuştu.
20-25 lira yevmiye için ölümle yarışa çıkmış madenciler, yaşam yokuşunu tamamlayamamıştı.
Neneler, dedeler can evlerinden vurulmuşlardı.
Dönmeyen oğullarını, damatlarını bekleyen torunlarına ne diyeceklerdi.
Ekmeğinin peşinde can vermiş evlatlarının geride bıraktıklarını nasıl teskin edeceklerdi.
Madencilerin ceketleri duvarlarda asılı kalacak.
Kömürleşmiş cesetlerini tanıyamayan yakınları, kollarındaki saatlerinden bilecek onları.
Parmaklarındaki yüzüğü çıkarıp çocuklarına verecekler.
Rüzgâr kapıyı her çaldığında, ölmedi kurtuldu, işte geri geldi umudunu hep yaşayacak yakınları.
Gençlik mi?
Onlar ölenlere üzülecek çok, ne ki ölenlerin yerine işe alınacaklar için öyle bir yarışa girecekler ki.
Çünkü işsizlik ölüm kadar acıdır, yaşamışlardır.
Beş dakikalık bir dans gösterisi için, dersleri boş verip, bir ay çalışan gençlik, modern ve laik Türkiye'yi anlatırken.
Ölüm pahasına Kuyulara inen Yusuflar; alın terinin, emeğin en kutsal değer olduğunu haykırmaktalar.
Mine Alpay Gün