ebeda
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ebeda

Sonu Olmayan Bir Yolda Birlikte Yürüyenlerin Sitesi
 
AnasayfaAnasayfa  Güzün Rengi  Empty  Radyo  Latest imagesLatest images  AramaArama  Giriş yap  Kayıt OlKayıt Ol  
Son Konular
Konu Son Yazan GöndermeTarihi
Cuma Şub. 09 2024, 12:26
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:25
Cuma Şub. 09 2024, 12:24
Çarş. Ara. 06 2023, 12:37
Çarş. Ara. 06 2023, 12:26
Çarş. Ara. 06 2023, 12:20
Ptsi Ara. 04 2023, 15:55
Ptsi Kas. 06 2023, 20:33
Ptsi Kas. 06 2023, 20:23
Ptsi Kas. 06 2023, 20:19
Ptsi Kas. 06 2023, 20:17
Ptsi Kas. 06 2023, 20:16
Ptsi Kas. 06 2023, 20:15
Ptsi Kas. 06 2023, 20:14

 

 Güzün Rengi

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Menekşe
Özel Üye
Özel Üye



Mesaj Sayısı : 2555
Kayıt tarihi : 30/08/10

Güzün Rengi  Empty
MesajKonu: Güzün Rengi    Güzün Rengi  EmptyÇarş. Nis. 09 2014, 20:31

Güzün Rengi



‘'Bu gün Bolu'dan geçerken, sonbaharın ne çok rengi olduğunu bir kez daha gördüm... Dağlar ise ‘'sen'' kokuyordu. Durdum... Ciğerlerimi hiç boşluk kalmamacasına doldurdum dağ kokusuyla... En yakındaki ağaca sarıldım; gömdüm yüzümü gövdesine. Sen koktun baştan ayağa yine...

Bir palette sonbaharın tüm renklerini sana sunuyorum... Hadi boya istediğin günü, istediğin renge... An'ın yaratıcısısın... An sen sin... Kokularda sen varsın...''

Gecenin, yüzünü sabaha döndüğü anlarda okuyorsun bu satırları... Sözcüklerin içinde kayboluyorsun bir an... Kala kalıyorsun öylece... Nasıl kalmaz ki insan... İçine sonbaharın hüznü çöküyor usulca... İnsan; böyle anlarda mı arar güneşi ki... Bilmiyorsun...

Hızla atıyorsun kendini dışarıya... Sonbaharın renkleri arasında dolanıyorsun bir süre... Yüzünü soğuk bir rüzgâr yalıyor önce... Kırmızımsı mora çalıyor bedenin yavaş yavaş... Hemen kafanın üzerinde üşümüş bir serçe uçuyor... Belli ki sığınacak bir dal arıyor o da... Ya da bir parça yiyecek belki de... Dışarının pusundan seçemiyorsun kanatlarının rengini... Bir kedi hemen yanı başında, bir çöp bidonunun etrafında dolanıyor... Belli ki acıkmış bedeni... Yerlere saçılmış, yırtılıp savrulan çöp poşetlerinin içinde bir şeyler arıyor... Kayda değer bir şey de yok ki... Uzaktan bir köpek izliyor onu... Bulursa bir şeyler... Gelip hazıra konmak ister bir halde, kıvrılmış yatıyor yerde... Üşenen gözlerle bakıyor bana... Dili dışarıda, onun da nefesi karışıyor havadaki pusa...

Sararan yapraklara dalıyor gözlerim... İç içe girmiş renkler tümü... Seçemiyorsun hiçbir rengi... Sarının tüm tonları, sanki yeşile karışmış gibi... Yer yer kızıla çalıyor her şey... Kabuklar külrengi... Otların boynu bükük kalmış... Kırılmışlar, savrulmuşlar... Toprakla kucaklaşmışlar bir kısmı... Yapraklar ölgün kalmış, dallar sarhoş adeta... Belli belirsiz, yalpalıyorlar sağa sola... Üşümüşler belli ki...

Dışarısı puslu... Puslu bir renk harmanlanıyor yüreğinde... Adına hüzün diyorsun sessizce... Ve hüzne giydiriyorsun bu rengi... Ne de çok yakışıyor hüzne bu renk... İçinin bir yerlerinde, yazın sıcaklığı saklı hala... Bedeninin görünen yerlerine de; güz mevsiminin renkleri düşmüş adeta... Kırlaşmış, dökülmüş saçlar... Mora çalan göz çukurları... Çizgiler düşmüş iki yüz... Hafiften kamburlaşmış bir beden... Dışarıda puslu bir hava... Elinde palet... Boyamaya başlıyorsun işte; içini ve dışını renk renk...

Aslında kolay olmalı fiziki dünyadaki sınırları çizmek... Parmaklıklar, işaretler, duvarlar var her yanda... Tapular çizmiş sınırları... Her bir kapı, kalın çizgilerle çizmiş sınırları... Gece olunca ve yanınca ışıklar, karışıyor sınırlar birbirine... Somut şeyler, ne kadar da sevimsiz olabiliyor bazen... Çizilen sınırlar... Beliren görüntüler... Görünmezlerde saklı değimli ki güzellikler...

Ama dışarıda inadına hüzün kokusu var... Mevsim de güze dönmüş yüzünü... Renkler karışmış birbirine işte... İç içe girmiş her şey sanki... Sanatın, edebiyatın, şiirin sırrı biraz da burada saklı değil mi... İçlerde sınırların karıştığı, duyguların iç içe geçtiği anları resmetmek değil mi biraz da şiir... Resimleri görünmez kılmak için mi yazılar bunca satırlar... Yoksa görünürleri görünmeze mi taşımaktır bunca uğraş... Bilmiyorum...

Demek, güz soyut bir mevsim... Görünmüyor ya çizgiler... Ve bizi biz yapan değerler kaybolmuş ya içinde... Sınırlar iç içe girmiş ya hani... Nerede başlayıp nerde bitiyor belli değil ya hiçbir şey... Fırçanın uçlarında karışıyor ya tüm renkler... Kavgalar sınırların ihlallerinden mi çıkıyor yoksa... Yoksa edebiyat sınırların altını üstüne mi getirmek biraz da... Bilmiyorum... Duygularım çok giriyor ya iç içe bu mevsimde... Öfkem, hüznüm karışıyor ya birbirine... Tenim yorgun düşüyor ya duygularıma söz geçirememekten... Hadi anma şu Orhan Veliyi de... Beni bu mevsimler mahvetti deme şimdi...

Genç bir kadınla konuştum az önce... Henüz otuzunda... Geç evlendi sayılır... Yeni de anne oldu... Sevimli bir de kızı var... Hastanede yatıyor... Konuşmak için bir sese ihtiyacı varmış... Bu nedenle aramış beni... Titriyordu sesi... Konuşmakta zorlanıyordu...

-Neyin var dedim kendisine...
- Boş ver dedi... Nefes alma sorunu çekiyorum sadece... Ölüm çok yakın bana bu günlerde... Ama bunun için aramadım ki seni ben... Yalnızım... Yalnızlık çekiyorum... Koskoca evrende; yalnız hissediyorum kendimi... Bir sese ihtiyacım var... Yok, yok, aslında konuşmak istiyorum seninle... Ne konuştuğumun hiç önemi olmadan beni dinleyecek birine ihtiyacım var işte... Yalnızlığın ne olduğunu bilirsin sen... Biliyorum ki sen, hep dinlersin beni... İnsanları dinlersin ya unuttun mu... Soru sormazsın... Dinlersin sadece... Gözlerinle konuşursun gerekirse... Ellerinle anlatırsın ya her şeyi... Sözcüklerin o insanı boğan sesleri, sende olmaz böyle anlarda hani... Vaktin var mı dedi...

Yoktu aslında... Ama bu durumda ne denirdi ki...
-Var dedim... Elbette var... İnsanın sevdiklerine hiç vakti olmaz mı... Vakit dediğin hem nedir ki... Anlattı... Bir saate yakın... Hayatın her yerine yolculuklar yaptı... Daldan dala uçtu bazen... Bir o yana bir bu yana savruldu... Ağladı... Ağlarken kahkaha atar mı insan... Kahkahalar attı... Kızını sevdiğini söyledi usulca... Erken giderse kızına ne olacağını bilemiyordu... Ve neden insan böyle anlarda düşünür ki ölümü...

— Biliyor musun dedi... Aynalarla hiç dost değilim bu günlerde... Kimseyle de dost değilim aslında bu aralar... Çıkmak, kaçmak istiyorum buradan... Sen bilirsin gitmelerin anlamını... Kaçmanın, uzaklaşmanın ne olduğunu en iyi bilenlerdensin sen... Ve kaç kez gittiğini biliyorum senin... Hani kimselerin bilmediği, kimselerin yaşamadığı bir yer var mı... Adresini versene bana oraların... Gitmek, kaçmak istiyorum ben de... Tabi yanımda kızımda olmalı... Çıkmadan yola ne yapmak istiyorum biliyor musun bir de...
— Ne dedim...
—Kaşlarımı aldırmam gerekli... Acelece yattım hastaneye... Olmadı... Saçlarımı da kestirmek istiyordum... Bir de... Yutkundu... Sessizlik yaşandı bir an... Bir kaban almalıyım çıkınca kendime...
Bir kahkaha attı sonra... Ben ise donup kalmıştım öylece... Biliyordum ki yoktu parası...
— Hayallerimi görüyor musun dedi... Evet, sadece hastanede biriktirdiğim hayaller bunlar... Komik değil değil mi...

İçimin nasıl acıdığını anlatamam... İnsanların hayalleri... Ve fakir insanların özlemleri... Birilerinin bir gömlek için ödediği paraya... Birileri kavuşabilmek için nasıl da özlem duyuyor... İnsan nasıl kızmaz ki...

Konuşmadan sonra hızlı adımlarla çıktım sokağa... Haklıydı... Fakir insanların böyle anlarda ne özlemleri olabilirdi ki... Sıcacık bir ev... Kaşları alınmış bir yüz... Kesilmiş saçlar belki... Kalın bir kazak... Ve de dışarı da giymek için bir kaban... Hani bir de güzelinden ayakkabı...

Birden gençlik yıllarıma gittim istemeden...18'yaşında olduğumu hatırladım. Bir kabanı çok beğenmiş ve alamamıştım... Sadece bir kez denemek için giymiştim... Biliyor musunuz; ondan sonra aldığım hiçbir elbise, o kaban kadar yakışmadı bedenime... Belki de kaban sözünü duyunca hüzünlenmem bundandı... Yürüdüm bir süre öylece... Elbise satan bir yere götürmüştü ayaklarım beni... Bedenini bildiğimden bir kaban aldım... Sardırdım güzelce... Ve gittim hastaneye...

Beni görünce sarıldı boynuma... Nefes almakta zorlanıyordu... Bir ara mosmor oldu yüzleri... Hıçkırıkları karıştı birbirine... Gözyaşları omzuma dökülmeye başlamıştı... Ellerimi gezdirdim saçlarında bir süre... Ağlıyordum ben de...

- Bu bir hayal ise; bak birisi gerçekleşti işte... Hadi mutlu ol... Ama sorduğun o adresin yerini kimse bilmez ki... Ben de bilmiyorum inan... Sadece gitmek istediğim zaman... Gerçekten kaçmak istediğim an... Çıkarım yola... Neye binerim... Nasıl giderim... Nerede inerim bilmem... Bu nedenle üzgünüm... Adres veremem ki sana... Al bir gün kızını da... Ve de git... Sadece git... Yollar seni götürür oralara diyebildim...

Kaçarcasına çıktım oradan... Vedalaşamadım... Hıçkırık sesleri geliyordu arkamdan hala... İnsan kaçamaz ki güz mevsiminden... Duygular, değişmez ki dedim kendi kendime... Elimde palet, fırça... Güzün tüm renkleri... Hiç bir renge de boyayamadım günleri...

Bir minik ağaca sarıldım ben de... Kokladım... Uzaktan koyu kahverengiye çalıyordu dağlar. Hava ise pusluydu hala... Dışarıda kuru bir soğuk...Aklımda sabah okuduğum cümleler... Gülümsedim... Artık benim de bir kabanım vardı... Tenler ısınınca, yürekler de ısınırdı nasılsa...



Erol Balcı


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
MaVi_GüL
Admin
Admin
MaVi_GüL


Mesaj Sayısı : 16821
Kayıt tarihi : 03/07/08

Güzün Rengi  Empty
MesajKonu: Geri: Güzün Rengi    Güzün Rengi  EmptyPerş. Nis. 10 2014, 01:24

çiçek6 Allah razı olsun çiçek6 
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Güzün Rengi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Sevginin Gül Rengi
» Özlemin Rengi Var mı...?
» Aynalarda Hüzün Rengi...
» Özlemin Rengi...
» Acının Rengi Hep Aynıdır...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ebeda :: Sanat ve Edebiyat :: Makaleler-
Buraya geçin: