mustafa43 Admin
Mesaj Sayısı : 12855 Kayıt tarihi : 03/07/08
| Konu: Rüyalar da Vefaya Dair Ptsi Eyl. 09 2013, 20:48 | |
| Rüyalar da Vefaya Dair
Büyük demir bir kapıdan geçiyordum, kocaman halkaları ve evdekilere mahremiyetin sınırlarını hatırlatan gürültülü tokmakları olan ve sanki dünyayı tam ortasından bölmeye ayarlı cüssesiyle yıllara meydan okuyan, ben hep buradaydım oysa başkaları geldiler ve gittiler edasıyla mağrur, kanatlarını nazlı bir salınışla hayata açarken bile temkinli, çocukluğumun o koca avlulu upuzun hanesinde aynı kalan…
Sahi çocukluğum ve savrukluğum şimdilerin kocaman ağızlı ve de soğuk yüzlü bilardo toplarına hiç benzemezdi kargacık burgacık yollarında savurduğumuz bilyeler. Sanki bizim için çarpıtılmış ara sokaklarında alice nin harikalar diyarını aratmayan ama ondan mutlaka daha gerçek ,daha büyülü, biri diğerine benzemeyen oyunlar icad edilirdi sihirli bir dokunuşla. Ve o günlerin en unutkan demlerinde hafızama kazınan gözleri, zeytinyağıyla özenle taranmış saçları ışıl ışıl bir kızın renkli, daha önce hiç görmediğim bilyelerine takılırdı aklım. Avuçlarıma bırakıverdiği o günün hatırasıdır belki yumruğumu yüreğimle birlikte sıkmaklığım...
Şehrin tam ortasındaki o zamanlar dünyanın merkezi bildiğim kocaman avlulu upuzun evin damarlarında dolaşan bir adam gibi adamdı dedem. Sanırım hikayemin daha en başında hayal kahramanım oydu. Tecrübeleri, ileriyi gören düşünceleri, yaşı ve bir evladını elleriyle kefenleyip sonsuz yolculuğa göndermiş olmanın ağırlığından mı bilinmez bir elinde gazetesi, boynu bükülmüş ama asla eğilmemiş bedeniyle kaplardı hayal dünyamı...
Çocukluk işte kurduğunuz bütün saatlerde karşınıza çıkan ayraçları bölüştüremiyorsunuz zamana. Öyle hoyrat bir bellek ki bu, dizinin dibinde tarihin sayfalarını yudum yudum içme şansını ve de ayrıcalığını bir renkli bilyeye satacak kadar. Şimdi duvara toslayan ahü zarların gölgesi ne kadar da ağır geliyor insana, dedim ya çocukluk işte...
Büyük demir bir kapıdan geçiyordum ve işte her gün şartlanarak yıkanan taş avlusundaydım hep bir dili olduğuna ve benimle konuştuğuna inandığım o upuzun hanenin. Upuzun demem vefa borcumdur yoluma ışık tutan hafızama. Ne zaman biri geçmiş dese sızlayan yerlerimi onarmak adına o çocuğa döner ve ona, senin orda bir zamanlar içinde cıvıl cıvıl bir tarihin yaşadığı tanıklıkların var, upuzun ev derdin unutmadım, derim. Oysa yaşanası o kadar hikayenin yanında benim ki ne ki. Yine de işte o avludaydım ve evet her köşesi ezberim. Küçük küçük odacıkların muhteşem bir ahenkle birbirine bağlandığı, yaz tatillerimizin en büyük mükafatı gibi gelen avluda kurulmuş tahtlarda yıldızlara bakıp ta, taş evin mırıldandığı şarkıların sessiz bir teslimiyetle dinlendiği bir şarkısı olmalı derim her hanenin her tahtın etrafını çevreleyen bembeyaz cibinliklerde oynaşan gölgelere biçtiğimiz roller ve en önemlisi de dedemin davudi sesiyle özdeşleşen mızmızlandığımız sabah namazı vakitleri…
Çocukluk işte, ölesiye korkmam gerekirdi o heybetiyle, komşu kadınlarının bile yanından geçerken kendine çeki düzen vermesine sebep olan bakışları derin ve de keskin adamdan. Ama korkmazdım ve nedenini de bir türlü çözemezdim, sonra bildim ki saygıymış komşularımızın bile gönlünü titreten ve bizi bu davudi sesli adamı sevmeye zorlayan. İyide hiç de tavizkar olmayan duruşu ve koruduğu kalın duvarları içinde nasıl bir köprüdür bu yürekler arası kurulan ki vefatında yas için çalar çanlar, sıradan gelirdi çocukluk işte...
Ramazanların coşkusunda yürekler bir olurdu, özel bir merasimle hayırlı olsunlara gelinirdi, o sarışın sevimli mi sevimli çocukları bile şekerlerini bayram sevincine dek gizlerlerdi bir takanın içine, yenilip içilmezdi öyle ulu orta. Saygı denen şeyin öyle kafalara vurula vurula belletilmediği demlerdeydik daha ve böyle şaşkın ifadelere sığınmamıştık her hoşgörü lafsını kendine yakıştıran sokak aralarına, damdan dama mesafelik farklılıklara tosladığımızda. İlk hayal kuruşlarım o uzun yaz gecelerine denk düşer...
Gündüz gecenin önünden sessizce çekildiğinde ve dedem günün son cemaatini de evlere gönderip tahtında kuş uykusuna yattığındaki her tıkırtıda kıpırdadığını bilirdik yıldızlar kadar uzar, uzardı gece, bir masalın kapıları açılırdı her defasında farklı bir hikayeye. Ta ki bir takunya sesi ve kuyudan nazlı nazlı çekilen kovanın tıngırtısıyla uyanır ve o heybetli adamın gölgesini takibe dalardık, cibinliklerin arkasından. Her sabah aynı başlardık güne ama hikayeler rüyalarımızı süsleyen birikintide çoğaltırdı kendini durmadan...
Ben hala o büyük demir kapıdan geçiyorum rüyalarımda dedemin dizi dibinde yaralarımı sarmaya, onarmaya hayata değen yanlarımı ve kucaklamaya, çocukluk işte, rüya görmeden yaşanmıyor ki hayatın ücrasında…
Selam Sevgi ve Dua ile... | |
|
MaVi_GüL Admin
Mesaj Sayısı : 16821 Kayıt tarihi : 03/07/08
| Konu: Geri: Rüyalar da Vefaya Dair Salı Eyl. 10 2013, 01:25 | |
| | |
|