ABDULLAH AYMAZ.
Kur'an-ı Kerim, Enbiya Suresi'nde, peygamber kıssalarını, hisse ve ibret almamız için veciz bir üslupla ele alıyor. Ninova şehrine peygamber olarak gönderilen Hz. Yunus Aleyhisselam için ise şöyle diyor: "Zünnûn'a (balık sâhibi, Yunus'a) gelince, hani o öfke içinde yurdundan ayrılırken, artık bizim kendisini sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı.
Fakat sonra karanlıklar içinde 'Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin, ben gerçekten bir zâlim oldum.' diye bize seslendi. Bunun üzerine duasını kabul ederek kendisini içine düştüğü sıkıntıdan kurtadık. İşte müminleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ Sûresi, 21/87-88)
Hz. Yunus'a Zünnûn yani balık sahibi denilmesi, büyük bir balık tarafından yutulup sonra dışarı atılmış olmasındandır. Kıssa şöyledir: Yunus Aleyhisselam Ninova'ya ALLAH tarafından bir peygamber olarak gönderilir. Halkı, Hakk'a, ALLAH'a çağırır. Halk kabul etmez, hatta karşı çıkar. Bu uzun gayretlerden sonra Hz. Yunus'un canı sıkılır, öfkelenerek onları terk eder. "Yeryüzü geniş, birçok milletler var, ALLAH beni başka bir topluma gönderir." diyerek ALLAH'tan izin gelmeden Ninova'yı terk eder. Halbuki İlâhî izin gelinceye kadar sabretmesi gerekirdi. Kabaran öfkesi, boğulacak gibi olan can sıkıntısı onu bir deniz kıyısına götürmüştü. Orada demirlenmiş bir gemi bulunca ona binmişti. Az sonra yük fazlalığından dolayı (veya başka sebepten) geminin tayfaları "Hepimiz batacağımıza, kura çekelim, kim çıkarsa, onu denize atalım." derler. Bunun üzerine kura Hz. Yunus'a çıkınca, onu atarlar. Bu sefer kendisini, karanlık ve fırtınalı denizde büyük bir balığın karnında bulunca, Cenab-ı Hakk'a sebeplerin hepsinin kesildiği böyle bir anda, ihlaslı bir dua eder ve kurtulur.
"Fî Zilâl-il-Kur'an" tefsirinde, "Davetin yolu kolay ve tehlikesiz değildir. Kalblerin davete olumlu karşılık vermeleri o kadar çabuk ve rahat olmaz. Çünkü kalbler üzerine çöreklenmiş yığınlarca ağırlık vardır. Bâtılın, sapıklığın, gelenek ve göreneklerin, düzen ve rejimlerin bir sürü kalıntısı vardır. Bu kalıntıları, bu artıkları bertaraf etmek, her türlü yolu deneyerek kalbleri diriltmek, kalblerde uyarılmaya müsait bütün noktaları uyarmak kaçınılmazdır. İletişimi sağlayacak kanallara yüklenmek zorunludur. Direnilirse, sabredilirse, ümitsizliğe düşülmezse, bu ayırıcı dokunuşlardan biri hedefe varabilir. Uyarıcı dokunuş hedefine varır varmaz, o bir anda insanın iç yapısını altüst edebilir, tamamen değiştirebilir. Zaman zaman insan dehşete kapılabilir. Çünkü bir kere uğraştığı halde bir sonuç alamamıştır. Sonra birdenbire rastgele gerçekleşen dokunuşlardan biri insanın iç yapısındaki hedefine ulaşır ve en ufak bir çaba sonucu insanın duygularını harekete geçirebilir. Oysa daha önce ne zahmetler çekilmişti. Bu durumu benim gözümde canlandıran en iyi örnek, verici istasyonu bulmak için uğraşılan radyo alıcısıdır. Çok kere ibreyi hareket ettirirsin, götürür getirirsin, buna rağmen bir türlü istasyonu bulmazsın. Oysa sen istasyonun yerini bulmak için büyük özen gösteriyorsun, yerini de doğru tespit ediyorsun, ama bulamıyorsun. Fakat rastgele yaptığın bir el hareketi sonucu, verici dalgayı yakalıyorsun, sesleri, nağmeleri alıyorsun. İnsan kalbi radyo alıcısına benzer. Bunun için davetçiler, ufukların ötesinden, kalblerden gelen sinyalleri almak için ibreyi sürekli çevirmelidirler. Çünkü bin kere denedikten sonra bir kere de uyarıcı dokunuş, verici istasyona ulaşabilir. İnsanlar çağrısına olumlu karşılık vermiyorlar diye davetçinin öfkelenmesi, insanlardan uzaklaşması son derece kolay bir şeydir. Bu, rahatlatıcı bir davranıştır. Öfkeyi dindirir, sinirleri yatıştırır. Peki davet ne olacak? Çağrıyı yalanlayan ve karşı çıkan insanları terk edip gitmenin neticesinde ne elde edecektir davetçi? Aslolan davadır, davetçinin şahsı değil. Davetçinin canı sıkılabilir. Ama sıkıntısını yenmeli ve yoluna devam etmelidir. En iyisi sabretmesi ve insanların sözlerinden dolayı sıkılmamasıdır. Davetçi, Kudret elinde bir araç niteliğindedir. ALLAH, insanlara sunulmak üzere gönderdiği mesajını daha iyi gözetir, daha iyi korur. Şu halde davetçi her türlü şartlarda ve her ortamda görevini yapmalı, gerisini ALLAH'a bırakmalıdır. İnsanları gerçeğe hidayet etmekse ALLAH'ın elindedir." denilmektedir.
Gerçekten Yunus Aleyhisselam'ın kıssasında ders ve ibret alınacak çok daha güzel şeyler var. Bediüzzaman Hazretleri de Birinci Lem'a'da başka bir açıdan bu kıssayı değerlendirerek çok güzel yorumlar yapmıştır.