İçerik: Mubârek el-İnşirâh sûresini çalışırken
zikr kavramı üzerine bir tefekkür denemesi...


Zikr kavramı Images?q=tbn:ANd9GcRpUJMSTP45WZUs4fIjmzE1bpViZkqOfs2od_-xHE9a_JYBRu-erQ




“Zikr” teriminin ilk anlamı “zihinlerde her
an diri tutmak üzere ve de tutarak hatırlamak ve/veya hatırlatmak
”tır.
İkinci olarak da “bir şeyi veya bir kimseyi zihinlerde her an diri tutulacak
şekilde hatırlatan şey
”, bir başka deyişle de “bir şeyi veya bir kimseyi
zihinlerde her andiri tutulacak şekilde hatırlamaya değer kılan şey

anlamını taşır,dolayısıyla da “itibâr” yani, “saygınlık” boyutunu
kazanır.


Hatırlamak için unutmak,
en azındanihmâl etmiş olmak gerekir...


İnsan ismininkök anlamlarından birinin de
n-s-y” vedolayısıyla “nisyân”,yani, “unutma” ile
bağlantılıolduğu göz önünde bulundurulacak olursa, mubârek Kur’ân’ın bizi
muntazaman “zihinlerimizde her an diri tutmak üzere vede tutarak
hatırlama
” ya dâvet etmesi kaçınılmazdır.


Ancak mubârek el-Baqara sûresinin 152. âyet-i
kerîmesinde dile gelen, deyimyerindeyse “kul ile ALLAH arasındasındaki
karşılıklık ilişkisi
” kapsamındaki zikr nasıl
anlaşılmalıdır?


2 el-Baqara
152:
Artık Beni zikredin. Ben de sizi zikredeyim! Bana şükredin ve
Beni inkâr etmeyin.


Âlemlerin
Rabbi ALLAH’ın, celle şânuhu,“unutma”sı ya da “ihmâl etmesi” asla
sözkonusuolamayacağına göre, mubârek âyet-i kerîmede geçen “Ben de sizi
zikredeyim
” ifâdesi nasıl doğru anlaşılmalıdır?


Zikr terimininmubârek el-İnşirâh
sûresinin 4.âyet-i kerîmesinde kazandığı/taşıdığı anlam bize bir açılım
sağlayabilir:


94 el-İnşirâh
4:
Ve yüceltmedik mi sana zikrini - yani,
itibârını
?


Bu bağlamda ve
“Bırakın mubârek Kur’ân konuşsun!” yani,bir başka deyişle “Bırakın
mubârek Kur’ân tefsîr etsin!”
anlayışımızın ışığındamubârek el-Baqara
sûresinin152. âyet-i kerîmesi şöyle anlaşılabilir:


“Artık Beni zikredin - yani, zihninizde her an
diri tutarak hatırlayın
. Ben de sizi zikredeyim - yani, sizi anayım ve
dolayısıyla size itibâr kazandırayım
! Bana şükredin ve Beni inkâr
etmeyin.”



Zikr
bağlamında en çarpıcı ifâdelerin en başında hiç kuşku yok ki mubârek
el-‘Ankebût sûresinin 45. âyet-ikerîmesinde geçer:


29 el-‘Ankebût 45: Sana o Kitâb’dan
vahyedilmiş olan ne varsa tilâvet et ve salâtı ikâme et! Şu kesinbir gerçek ki,
salât fahşâdan ve munkerden nehyeder! Ve ALLAH'ın zikri kesinlikle daha büyüktür
başka herşeyden! Ve ALLAH amacına en uygun, en güzel yaptığınız ne varsa
biliyor.


Mubârek âyet-i kerîmenin
tahlîlini yapmaya çalışalım:


Dikkat edilmesi gereken hususlardan ilki hitâbın
genel oluşudur: yani, başında, “Ey Peygamber!”, “EyMuhammed!” ya
da mubârek Kur’ân’da zaten hiçbir yerde ve hiçbir şekildeyer almayan “Ey
Habîbim!
”ifâdesi yoktur – muhatâb mubârek Kur’ân’a/vahye îmân etmiş olan
kimseler,Mü’min/Mü’mine Müslümanlardır.

Merhûm üstâd Râğıb el-Isfahânî’ye göre
tilâvet” terimi “onu, ikisinin arasındakendilerinden olmayan herhangi
bir şeyin bulunmayacağı bir ardışıklıkla takibetti, izledi’ anlamına gelen
telâhu” fiiliyle aynı kökü paylaşır.


Bu takib etme, izleme:
(a) Bazen ‘bedensel’ olur,
(b) Bazen ‘hükme uymak veya hükmü taklîd
etmek
’ şeklinde olur,

(c) Bazen
de ‘okuma ve anlamı tedebbür etmek, düşünmek’ şeklinde olur.


Dolayısıyla tilâvet,
içlerindeki emir ve nehiylere, teşvik ve korkutmalara ya da böyle
oldu
ğu düşünülen şeylere uymak’ şeklinde, ‘ALLAH’ın
nâzil olmu
ş kitaplarını takib etmek, izlemek’demektir.
tilâvet,“qıraat” kelimesindendaha özel anlamlıdır; dolayısıyla her
tilâvet bir qıraattir ama her qıraat, tilâvet
değildir!


Bu açıklamadan
hareketle biz de tilâvet terimizi“vahyi ona uyma kararlılığı ve
gayretiiçinde oku
” şeklinde meâllendirmeyi uygun gördük.


ALLAH’ınkulu olma şuurunu koruyup geliştirmenin
ALLAH tarafından belirlenmiş yöntemiolan namazı, ona azamî titizlik ve
kararlılık içinde devam etmek sûretiyle diritutmak
” şeklinde meâllendirmeyi
uygun gördüğümüz salâtın ikamesiyle ilgili olarak “Salâtın İkamesi
Bâbında...
” adlımakalemize bakınız.

Yine merhûm üstâd Râğıb el-Isfahânî’nin
terimegetirdiği açıklamalardan hareket ederek, günümüz Türkçesinde
yalnızca“cinsellik” bağlamında anlaşılır hâle gelmiş olan (fuhuş,
fâhişe) fahşâ terimini“Hakk Dîn’in hiçbir şekilde uygun
görmeyeceği, hem had safhada çirkin, hem de had safhada kötü olan tutum
vedavranışlar sergilemek, sözler söylemek
” şeklinde meâllendirmeyi
uygungördük.


“Munker”
kavramımubârek Kur’ân’ın en önemli kavramlarından biridir ve merhûm üstâd
Râğıb el-Isfahânî’ye göre, “sağlıklı akılların, çirkinliğine ya
dafenâlığına hükmedeceği ya da çirkin, fena bulunmasında akılların durup
şerîatın,çirkinliğine ya da fenâlığına hükmedeceği her türlü fiil

anlamınıtaşır. Bu açıklamadan hareketle biz de munker kavramını “ALLAH’ın
temel yasa, kural ve ölçü olarak bildirdiklerine/şeri’âta ters düşen,
dolayısıyla da insan aklıyla çelişen herşey
” şeklinde meâllendirmeyi uygun
gördük.


Merhûm üstâd Râğıb
el-Isfahânî
’ye göre: es-sun’u (
الصنع ) “bir
fiili güzel,uygun ya da mükemmel bir şekilde

yapmak” demektir. Her sun’ bir
fi’ildir;ama her fi’il bir sun’değildir. Fi’il
hayvanlara ve cansızlara nisbet

edilerek kullanılırken sun’ bunlara nisbet
edilerek kullanılmaz. Biz de bu açıklamadan hareketle mubârek
âyet-i

kerîmede geçen “تَصْنَعُونَ”
ifâdesini “amacına uygun, en güzel yaptığınız”şeklinde meâllendirmeyi
uygun gördük.


Dolayısıyla mubârek
el-‘Ankebût sûresinin 45. âyet-ikerîmesi, “satır arası
açıklamalar
”ınilâvesiyle şöyle okunup anlaşılmalıdır:

“Sana oKitâb’dan vahyedilmiş olan ne varsa tilâvet et
- yani,vahyi ona uyma kararlılığı ve gayreti içinde oku
ve salâtı ikâme et - yani, ALLAH’ın kulu olma şuurunu koruyup
geliştirmenin ALLAH tarafından belirlenmiş yöntemi olan namazı, ona azamî
titizlik ve kararlılık içinde devam etmek sûretiyle diri tut! Şu kesin bir
gerçek ki, salât - yani, ALLAH’ın kulu olma şuurunu koruyupgeliştirmenin ALLAH
tarafından belirlenmiş yöntemi ve Hak Dîn’in direği olannamaz fahşâdan - yani,
Hakk Dîn’in hiçbir şekilde uygun görmeyeceği, hem had safhada çirkin, hem de had
safhada kötü olan tutum ve davranışlar sergilemekten, sözler söylemekten ve
munkerden - yani,ALLAH’ın temel yasa, kural ve ölçü olarak
bildirdiklerine/şeri’âta ters düşen,dolayısıyla da insan aklıyla çelişen
herşeyden nehyeder - yani, bu bağlamda: alıkoyar! Ve ALLAH'ın zikri - yani,
zihinlerde her an dipdiri tutularak hatırlanması kesinlikledaha büyüktür - yani,
bu bağlamda: kıyaslanamayacak kadar önemli ve değerlidir başka her şeyden! Ve
ALLAH amacına en uygun, en güzel yaptığınız ne varsa
biliyor.”


O hâlde şu suâli
sormak gerekir:mubârek âyet-i kerîmenin hükmünce Âlemlerin Rabbi ALLAH’ın, celle
şânuhu, zikri,yani, zihinlerde her an dipdiri tutularak hatırlanması,
başka herşeyden,kıyaslanamayacak kadar önemli ve değerli, yani, “daha
büyük
” ise, bu zikr nasıl gerçekleştirilecektir, bir başkadeyişle her
Mü’min/Mü’mine Müslüman için aslî olan bu “meleke” nasıl
kazanılacaktır?


Cevâbı mubârek
TâHâ sûresinin 14. âyet-i kerîmesi veriyor:


20 TaHâ 14: Şu kesin bir gerçek ki, Benim, Ben
ALLAH! Benden başka ilâh yok! Artık, yalnız Bana kulluk et ve Benim
zikrimiçin
- yani, Beni zihninde her
an dipdiri tutarakhatırlayabilmek
için salâtı ikâme et - yani, ALLAH’ın kulu olma şuurunu koruyup
geliştirmenin ALLAH tarafından belirlenmiş yöntemiolan namazı, ona azamî
titizlik ve kararlılık içinde devam etmek sûretiyle diri
tut
!


Bu bağlamda mutlaka
gözönüne alınması gereken mubârek âyet-i kerîmeler ise
şunlardır:


57 el-Hadîd 16:
Zamanı gelmedi mi Hakk Dîn’e îmân etmiş ve Hakk Dîn’e îmânlarının
gereğince yaşamayı bir hayat tarzı ve ilkesi hâline getirmiş
olanlariçin
kalblerinin ALLAH'ı ve o Hakk’tan –yani, İlâhî Hikmet doğrultusunda
indirileni zikrederken - yani, zihinlerinde her an diri tutmak üzere
hatırlarlarken
huşû’ içinde olmalarının – yani, tam bir kulluk şuuru
içinde ALLAH ve kelâmı karşısındaki acizliklerini fark etmelerinin
? Ve
kendilerine onlardan önce Kitâb - yani, vahiy verilmiş olanlar ve zamanın
geçmesiyle kalbleri katılaşanlar gibi asla olmasınlar! Ve onlardan çoğu fâsıktır
- yani, Hakk Dîn’in emir,kural ve ölçülerini kabûl ettiklerini söyledikleri
hâlde bunların bir kısmınıya da tamamını hayatlarına geçirmeyi ihmâl ve/veya göz
ardı ettikleri için yoldan çıkıp çok yalan söyleyen, Hakk Dîn’in günah olarak
bildirdiklerini açıktan işleyen ve ALLAH’tan hiç utanmayan
kimselerdir
.


25 el-Furqân
29:
Nitekim,o - yani, bu bağlamda: şeytân benio zikirden - yani,
bu bağlamda: mubârek Kur’ân’dan ve onu ibret alınacak bir ders olması için
zihnimde her andipdiri tutacak şekilde hatırlamaktan
saptırdı, hem de
o - yani, bubağlamda: mubârek Kur’ân bana geldikten sonra! Ve o
şeytân insan için, o kendisinden yardım ve destek umarken, hep onubir
yüzüstü bırakan olagelmiştir.


Hacı
Münib Engin Noyan
AÇIK YOL MEDRESESİ

Sohbet Notları
(1 Receb 1433/22 Mayıs
2012)