mustafa43 Admin
Mesaj Sayısı : 12855 Kayıt tarihi : 03/07/08
| Konu: Hüznümün Halleri Salı Şub. 26 2013, 22:35 | |
| Hüznümün Halleri
Ayaza teslim olmuş penceremde mahzun bakışlarıma gömüyorum kalbimi kalbimle birlikte her şeyimi tul-u emellerimi. Suyun renginde lal mahzun. Sessizliğin resmini çiziyorum Rahman’a ermiş sulara. Kızıldeniz’in Musa ile imtihanına dönüyor dünya vaktim. Muayyen mühlet. Mahzun zaman gözyaşlarıma mezardır artık. Önüne geçilmez. Bir bekleyenim olmayacak yeryüzünde. Sesimde bir ses var içimde öyle bir yer var hüzne benzeyen hüzünle bezenen hüzünle beslenen ve hüzne çalan. Bir ses ve bir yer beni ötekilerden ayırıp tarifsiz bir yalnızlığın içine gömen. Hicret vakti. Gidecek bir yeri olmadığını bilmenin hüznü. Sesimde yangınlar doğuruyorum her gece. Her gece bir başka âlemde. Mahzun sürgün. Beldesinden tart edilmiş kavmince yüz geri edilmiş. Kalmak ve terk etmek arasında. Uzar geceler ölüm vadisinin derinliklerine uzandıkça sonunu sonundan önce yaşadıkça. Uzar geceler kısalar vakitler daralı gökler ve ufalır ufuklar. Anıların ağırlığı tutmaz kalan zamanın yerini. Benzemez hiçbir ses sesime. Ne yerim var yeryüzünde ne de sesim benzer bir başkasının sesine. Ben mahzun sürgün: Konuşan dilimin dibacesi sökülmüş yerinden. Bozuk çalıyor lügatlerim bu aralar. Yalnız körebe. Kuyumda boğulan da kim oluyor. Çığlık çığlığa kalan... Mahzun yoksul. Hiçbir yerde olmayan. Değer görülmeyen. Aranılıp sorulmayan. Kumaşım Hintliliğini yitireli çok zaman oldu. İnimde çıktığımda bir ağustos sıcağında çorak dağ başlarında bir karara varmıştım. Daha doğrusu dünya kendi gerçekliğini bana dayatmıştı: Ya benim gibi olursun ya da çekip gidersin buralardan. Çekip gitmek gibi bir lüksüm olmadığı için mecburen kaldım buralarda. Mühletimin dolmasını beklemeye koyuldum. Eskisi gibi olamayacağımı biliyordum. Hiçbir şeyim yoktu zaten. Durmuştu dünya. Ay yamyassı. Küçük ilahiler dizmeye başlamıştım keçi kılından müteşekkil çadırımıza. Kendime soruyordum sonra: neyi bekler bu ölüler. Ne işim vardı aralarında. Kan bağından başka. Kendime kızıyordum ve soluyordum. Nefsime uyuyordum. İçimde uyuyordu güvercinler uhrevi yuvalarında. Kalbimin önüne büyük kayalar koymuştum. Sonra nereye ait olduğumu soruyordum. Buralara ait olmadığım kesin ait olduğum yer ise o kadar meçhul bana. Kesinlik ve bilinmezlik arasında kalakalıyorum. Nefessiz. Boğulacak gibi oluyorum. Son sualim. Olsun son isteğim. Aya durup küçük ilahilerimi o hiç eskimeyen çocukluk sesimle yerin kalbine dizmeye devam ediyorum gözlerim çadırın karanlığında gecenin gözlerinde. Kıyamet kopsa her şey bitse kâbus. Lafzım: ALLAH! O hece: La! Sonra tenzih hamd u sena ve tekbir. Gidip geliyorum belirli olan zaman ile görünmeyen kesin an arasında. Ben mahzun yoksul. Elim ayağım pek narin yüreğim yufka. Dayanamam ayrılıklara vedalara böyle apansız gidip gelmelere. Yağmur yağıyor şehre. Demlenmiş bir mayıs yağmuru dökülüyor sefil kaldırımlara. Avurtlarım çekiliyor görünmez limanlarda. Ben böyle eksilmezdim bu havalarda bu şehirde lakin yaşanmışlığı varmış ağır bir bedeli. Mahzun yolcu. Asarımı astım. Hastalığım sevdalanmak ötelere. Her damla alıp götürür beni benden bilinmez uzaklara. Eksilir ruhumun oyası gizli gizli her gece. Tekin değildir böyle yaşamak hiç yoktan çırpınıp durmak. Başka umarım yoktu lakin. Yaşamak tutkusu. Kabir yalnızlığı. Karanlığın yüreğine kök salmış. Yolumun her bir oyasında beni benden çalmış. Ne bilirdim. Kabir yalnızlığı işte. Tebelleş. Olmak veyahut olmamak-sevmek veyahut sevilmemek-oraya gidip bir daha dönmemek-hep aynı mevzuunun etrafında dönmek-o kelimenin içinden çıkamamak-söyleyecek sözü olmamak-sözünü yitirmek-dönüşü imkânsız anlam kaybına uğramak-yalnız gelmek tek başına gitmek-bunu bilmek-ağlayamamak-gözyaşı dökememenin ezikliğini yaşamak-kahra doymak-yanmak-bir başına ebediyen kalmak-savrulmak uzak dağ başlarına yitik diyarlara kayıp zamanlara-bir kara delik tarafından yutulmak-külüm de kalmayacak. Mahmur bakışlarla yargılıyorum kendimi kendimle birlikte her şeyi. Hep böyle kalmayacak bu dünya. Varlık tablomdaki en asli unsurlar yegâne değerler vazgeçilmez kıymetler ve en sevgili insanlar yerle bir olacak. Hak ile yeksan. Bir anda toz duman. Biçare mahzun. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Bu acı gerçeği değiştirmeye gücüm yetmiyor. Biliyorum. Ve gün gelecek varlık tablomun adı bile bilinmeyecek izi dahi kalmayacak. Her şey unutulacak. Bunu önüne İsabel Allande’nin hatırı bile geçemeyecek. “Acılar unutulur mu?” diyor kadının sesi. İşte bundan o kadar emin değilim. Acı ebediyetin muştusudur. Sürur gibi ama öteki tarafı. İki ebediyet kapısı vardır. Biri düz ovalardan gidilen sürur kapısı öteki sarp dağlardan ulaşılan acı kapısı. Benim payıma ikincisi düştü veyahut ben ancak ikinci kapıdan ulaşabilirdim ebediyete. O hakikate vasıl olabilirdim kemale erebilirdim. Geldiğim en son noktada kendime ve ötekilere acımamayı öğrendim Rahman’ın biz fanilere niçin acıdığını bildikten sonra. Ben mahzun ölümlü. İlk çığlığımın izi büyüyor her dem ruhumda. O sona ulaştığımda işim çoktan bitmiş olacaktı. Bu dünyayla aramda tek bir bağ kalmamış olacaktı. Unutulmaya mahkûm anılar dışında. Fenayım beka olanı bildikten sonra. Terkimde yolculuk şiirleri yolculuk şarkıları ve ayrılık talimleri. Bitmişti madde. Gelmişti söz. Görüntüler içinde dolanıp duran meczup. İşte benim hikâyem.
Selam Sevgi ve Dua ile... | |
|
MaVi_GüL Admin
Mesaj Sayısı : 16821 Kayıt tarihi : 03/07/08
| Konu: Geri: Hüznümün Halleri Çarş. Şub. 27 2013, 01:27 | |
| | |
|