İslam dininin ahlakı, Türk örf ve adetlerimizin olmazsa olmazlarındandır. Son yüz yıldır batıya olan özentimize, son zamanlarda en masum ve korunması gereken hayâ ve iffeti de ekledik. Bu durumu en çok da, eğitim almak adına ailelerinden uzak yaşayan, bazı üniversiteli kızlarımızda görmekteyiz. Çok değil, bundan 20-30 yıl öncesine, geçmişe bir yolculuk yaparsak, benim kuşağımda olanlar, çok iyi hatırlayacaklardır.
O dönemlerde kız-erkek ilişkilerinde, derin bir mahremiyet ve utanmak vardı. Büyüklerimizin yanlarında eşlerimizle aynı odada otururken, rahat konuşmazdık.
Kendi çocuklarımızı dahi, babalarımızın yanlarında sevmeye çekinirdik. Hele ayak-ayak üzerine atmak, ne haddimizeydi. Kız erkek ise, sadece görmek, en fazla yanlarında bir şahitle konuşmak vardı. Şimdi ne oldu da, çocuklarımız bu denli rahat ve hayâsız olup, iffeti unutur oldu. Sanki çok doğal bir durummuş gibi, ailelerinin yanlarında el ele-diz dize oturup, hatta yüzleri dahi kızarmadan aynı odayı paylaşır oldular.
Ülkemizde öyle bir eğitim sistemi var ki, çocuklarımız en önemli çağlarında eğitim almak için ailelerinden ister istemez kopartılmaktadırlar. Bu yalnızlık da çocuklarımızı, bazen yanlış arkadaş ortamlarında yaşamak zorunda bırakmaktadır.
Dolayısıyla ortama uyum sağlamak adına, her çeşit kötü alışkanlıklara kolayca alışmaktadırlar. Gençlerin en çok hata yapacakları ve kötü alışkanlıkların edinebilecekleri çağlarında, onları başıboş bırakmanın acısını, hayat boyu kalıcı tahribatlarla en çok da kendilerinin ödeyeceklerini, henüz bilemiyorlar.
Karakteri tam olarak oturmayan ve arayış içinde olan gençlik, bulunduğu toplumdan çok çabuk etkilenmektedir. Özellikle aileleriyle iletişim içinde olamayan, bağlarını koparan ve baskı altında büyüyen genç kızlarımız, şehir dışına eğitim amacıyla çıktıklarında, sanki ipini koparmışçasına sapkın bir yaşamın içine dalabiliyorlar.
Bu öyle bir dalma oluyor ki, bazen hayata susamışçasına her çeşit kötü alışkanlıkları deneyebiliyorlar. Ailelerinde yaşadıkları ciddi yasaklar ve baskıların sonucunda, belki de evden kurtulmanın verdiği özgürlüğün sarhoşluğunu yaşayarak, dağıtmak istiyorlar.
İlginç olan ise, bazı aileler cehaletlerinden dolayı, kızlarında olan bazı değişiklikleri fark edemeyebiliyorlar. Onların iyi bir eğitim aldıklarını düşünerek, uzaklarda başıboş ve yalnız yaşamalarını normal görüp, hatta onlarla gurur duyduklarını anlatabiliyorlar. Oysa diplomalarını alıp evlerine döndüklerinde, gururla bekledikleri kızlarını, gönderdikleri gibi bulamamanın acısını, geç de olsa yaşıyorlar.
60lı yıllarda Avrupaya gidenler çok iyi bilirler. Orada yaşanan kız-erkek ilişkilerini görenler, hayretle anlatırlardı. Kendimize yakıştıramadığımız bu tavır için, sadece Hıristiyan âdeti deyip geçerdik.
Şimdi ülkemize bakıyoruz, bazı kızlar henüz lisedeyken erkek le en mahrem konuları rahatlıkla konuşabiliyorlar. Daha da ileride üniversite yıllarında, birlikte ev tutup çok rahat bir şekilde yaşayabiliyorlar. Önceleri bu durum, büyük şehirlerde ve çok rahat ailelerde, hatta sosyete dediğimiz kesimlerde olabiliyordu. Şimdi bakıyoruz ki, küçük kasabalarda dahi ailelerinden uzak, kızlı- erkekli birlikte yaşayabiliyorlar. Hem de Avrupalılardan daha da rahat olarak.
Son zamanlarda artan boşanma olaylarına bakarsak,saklanması gereken güzel duygularını henüz evlenmeden bitiren gençlik, doğal olarak evlilikleri de, çok çabuk tahribata uğratmaktadır. Eşler arasında olması gereken erdem, hoşgörü ve fedakârlık neredeyse unutulmaktadır.
Gençlik yıllarında dejenere olup, edindikleri kötü alışkanlıklarından dolayı, birbirlerinden sıkılıp kolaylıkla vazgeçebilmektedirler. En küçük tartışmalarla dahi, eşlerinden çok kolay ayrılıp, tekrar evlenmeyi doğal görebilmektedirler.
Gelişmiş ülkeler önceleri özgürlük sandıkları bu duruma, şimdilerde sağlık açısından bakıyorlar. Tıbbi anlamda bazı sınırlamalar getirip ciddi önlemler alarak, tek eşliliği öneriyorlar. İlginç olan durum ise, her şeyi bilmemize rağmen, ülkece henüz bu sınırları görmezlikten gelmemizdir. Maalesef her şeyde olduğu gibi, önce merakımızı giderip doyum sağlamalıyız ki, daha sonra işin tıbbi yönüne bakıp, sınırları koruyarak dikkate alalım.
Gelişmiş ülkelerin her âdet ve yaşantısını modernlik ve gelişmişlik sanmaktayız. Bundan dolayı gelişmiş ülkelerin iyi ve kötü alışkanlıklarına, diğer ülkelere göre çok daha kolay adapte olmaktayız. Oysa gelişmişlik, kendi örf, âdet ve geleneklerini koruyarak, dünyaya örnek olabilmektir. Tıpkı Japonya, Çin, Hindistan gibi.
Bu batılılaşma özentisi ve modeli ister istemez, en çok korunması gereken iffetimize dahi bulaşmaktadır. En acı olan ise, zaman içinde ailelerin de bu durumu hoş görüp, normal görmeye başlamalarıdır.
Son olarak, kadın kristal gibidir. En küçük bir hayâsızlık onu bir anda kırılıp yok olmasına sebep olabilir. İffet ve hayâ, kadını saygın ve değerli yapar. Yüce Allah Kuranda iffetiyle örnek gösterdiği Hz. Meryem için şöyle buyurur:
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.(Tahrim Suresi,12)
İffetini koruyan (Meryem); Biz ona Kendi Ruhumuz'dan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. (Enbiya Suresi, 91)
Nuran Yelkenci