Bir gün Beyazidi Bestamî Kuddise Sirruhu Hazretlerine sormuslar:
"Efendi Hazretleri sizin piriniz kimdir?"
"Bir kocakari." Yanindakiler sasirmis, o da basindan geçen bir hâdiseyi anlatmis:
"Bir gün sevkin galebeleri ve tevhid içinde bulunuyordum. Öyle ki, bir kila dahi takatim kalmamisti, araya bir kil dahi giremezdi. Bu hâlde iken kendimi sahralara attim, yollara düstüm. Sahrada ilerlerken yaninda un dolu bir heybe bulunan bir kocakariya rastladim. Kocakari bana:
"Su heybemi sirtima kaldir." dedi. Bu heybeyi benim tasimam gerekiyordu, kocakarinin tasimasina gönlüm razi degildi. Fakat takatim yerinde olmadigi için oralarda gezen bir aslana isaret ettim. Aslan emrime uyarak geldi, heybeyi aslanin sirtina yükledim. Aslana da bu heybeyi kocakarinin gittigi yere götürmesini söyledim. Kocakariya da dönerek:
Eger sehre gidersen kimi gördügünü söyleyeceksin?"
"Avanak bir zalimi gördüm, derim."
"Ne diyorsun?"
"Sunu demek istiyorum: Bu aslan mükellef midir, degil midir?"
"Elbette degil."
"Sen, ulu ve yüce Allah'in mükellef kilmadigi bir seyle onu mükellef tutarsan, bu zulüm olur mu, olmaz mi?"
"Elbette olur."
"Bak iste, bütün bunlara ragmen, sehir halkinin aslanin sana itaat ettigini ve keramet sahibi oldugunu bilmelerini istiyorsun. Peki, bu avanaklik degil de nedir?"
"Evet, öyle…" Böyle dedikten tevbe ettim, en üstten en alta indim. Benim pirim iste bu kadindi."
Bundan sonra ne zaman kendisinden harikulâde bir hâl veya keramet zuhur edecek olsa, Hak Teâlâ'dan bunun mekr olmadiginin tasdik edilmesini isterdi. Bunun üzerine derhal sari bir nur peyda olurdu. Bu nur üzerinde yesil bir yaziyla, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Resûlullah. Nuh Neciyullah, Ibrahim Halilullah, Musa Kelimullah ve Isa Ruhullah" ibaresi yazili olurdu. Kerameti iste bu bes sahitle kabul ederdi. Nihayet öyle bir makama çikti ki, orada sahit bile gerekmedi
Tezkiretü'lEvliya", Feridüddin Attar, Mavi Yayıncııik, c. 1, s.189