Giden Gidene!..
Dünyamızın kanunu böyle, geliş ve gidişi olan bir yol gibi...
Her gün hastanelerde, evlerde, çeşitli yerlerde dünyamıza veda edenler olduğu gibi, minimini gözlerini dünya ışığına açıp merhaba diyenler de var.
Gidenleri göz yaşı ile, gelenleri de henüz açılmış olan ve ilk defa onuncu torunumun aramıza katılışı vesilesiyle gördüğüm ‘Kadın-Doğum Hastane’sindeki ekrana yansıtılan havai fişeklerle karşılıyoruz.
Bir bakıma "gidene uğurlar olsun, gelene merhaba" diyoruz, ya da "giden ağam, gelen paşam" demeye getiriyoruz.
Düzen böyle kurulmuş ve kıyamete dek böyle devam edecek, çünkü ilahi kanun gereğidir bu düzen...
Gelenler her ne kadar bizi sevindirse de gidenlerin hüznünü üzerimizden atamıyoruz. Bu hüzün gidenlerimiz sevdiklerimiz olunca yüreğimize oturuyor, yıllarca bazen ömür boyu bizimle birlikte yaşıyor.
Sevmediklerimize de üzülüyoruz, zira biz sevmesek bile başkalarının sevdiğini düşünüyor, "nihayet bir candı aramızdan ayrılan" diyoruz.
Şair şöyle demiş:
"Sular ters yönünden akıp çağlamaz
Gidenin yolunu kimse bağlamaz!"
Bağlayamadığımız içindir ki, her gün bir dostun, bir arkadaşın vefat haberiyle sarsılıyoruz.
‘Kürüm’ler, Diyarbakır’ın sevdiği ve saydığı bir aile idi. Ama gel gör ki, henüz "baba Hacı Abdurrahman Kürüm ile oğul ‘Vehbi Kürüm’ün adı hafızalarımızdan silinmemişken, bu kez de "Avni Kürüm" vefat etti.
Taziyeleri Diyarbakır’da olmadığı için yakınlarına üzüntülerimi bu vesile ile iletirken merhuma da yüce ALLAH’tan rahmet ve mağfiret dilerim.
Söz sözü açtı ve "giden gidene" derken daha önceleri hicret ederek gidenlerle, bu hicret modasına uyup gideceklerini duyduğumuz bazı dostlarımız gitmeden önce duygularımızı bilsinler diye aktaracaktık.
Bugüne kadar hiç kimsenin ne arkasından ne bu sütunda, ne de diğer sohbet ve konuşmalarımda söz etmedim, zira gıybeti sevmem. Sevmediğim için de zaman, zaman bu sütunda dillendiririm gıybetin günah olarak büyüklüğünü ve kişiye verdiği zararları.
İnsanlar bu şehre neden gelir, neden gider?
Gelenler çok iyi bilirler ki, bu şehir bereketli bir şehirdir, her ne kadar "taşı, toprağı altındır" diye hakkında bir söz çıkarılmamış olsa bile bu şehir gerçekten bereketli bir şehirdir.
Hiç kimse aç-biilaç kalmaz bu şehirde, isteyen ekmeğini taştan bile çıkarır.
Tembel, tembel oturmayı, yada "masa başı olmazsa çalışmam" diyenleri bir yana bırakacak olursak bu şehirde bacası tüten fabrikaları, iş atölyeleri olmasa bile herkese iş ve aş vardır. Bir de kanaat kaşığını kullanmayanlar, bu kentin kendilerine sağladığı imkanlarla tatmin olmazlar da başka yerlerde umduklarını bulacaklarını sanırlar.
Bu şehre sevdalanmış, yaşadığı sürece bu sevdayı dillendirmiş olanların "gidiyorum" demelerini bir türlü anlayamıyorum, yada hazmedemiyorum!..
Yüzlerine karşı "Bizden ne zarar gördüz kardaş!.." diyesim geliyor.
Bazı meşru mazeretlilere diyecek sözüm yok, ama, durup dururken, yada yekten "bu şehri terk ediyorum" diyenlere bir Diyarbekir manisi ile cevap vermek istiyorum:
Gidersen uğur ola
Taş, bayır yolun ola
Benden gayri seversen
İki gözün kör ola (dır doğrusu ama, ben mor ola diyeceğim)
Kimseyi kırmak değil amacım, sitemlerim ise bu şehre olan sevdam yüzündendir, yoksa binlerce insan bu şehri terk edip gitmiş, yerlerine en az on katı, belki daha fazla insan gelmiştir, yalnız kalmamışız ki bu şehirde, gidenlerin bir kısmı yakınımız, dostumuz idi ise, gelenlerin da bazısı dostumuz, bazısı yakınımızdır ve kendi insanımızdır.
Ne dersiniz konuyu yarın da sürdürelim mi?
Selam ve dua ile.
alıntı
selam sevgi ve dua ile