Bulut ağlamayınca, yâni yağmur yağmayınca, yerdeki çimenler nasıl gü!er? Çocuk ağlamayınca anasının sütü nasıl coşar?
Bir günlük çocuk bile, yolunu bilir, "Ağlayayım da şefkatli dadım yetişsin gelsin." Der.
Sen bilmiyor musun ki, dadıların dadısı olan "Kerim ALLAH" ağlamayınca, bedavaca sütünü az verir.
Cenâb-ı Hakk; "Çok ağlayın." Diye buyurmuştur. Bu söze kulak ver de, ALLAH'ın İhsanı ve kerem sütü aksın.
Buludun ağlayışı, güneşin harareti dünyanın, dünyadaki hayatın direğidir. Bunlar bükülmüş iki ip gibidir. Sen de bu iki ipe iyi sarıl.
Güneşin yakışı, buludun ağlayışı olmasaydı; cisimle a'râ nasıl gelişirdi.
Bu hararetle, bu ağlayış temel olmasaydı, bu dört mevsim nasıl olur da ma'mûr bir hâle gelirdi?
Güneşin sıcaklığı, dünya bulutlarının ağlayışı, dünyanın ağzını tatlılaştınyor, dünyayı güldürüyorsa,
Öyle İse, sen de akıl güneşini yak, parlat; gözlerinden bulut gibi yaşlar saç.
Küçük bir çocuk gibi, sana da bir ağlar göz gerekir. Şerefini ve mânevi zevkini yok eden ekmeği az ye.
Aksine, birisi imanla can verdi de, din hususunda derecesi yücet di mi, iki çeşit şeytan da feryada, ağlayıp sızlanmaya koyulurlar.
Edep sahibi biri, bir kimseye akıl verdi mi, onu doğru yola getirdi mi, iki grup şeytan da haset dişlerini gıcırdatmaya başlar.
Kalem Sevgiliden Yana Olunca
Mevtana "Mesnevi"
Bir âşığın sevgilisine ettiği hizmetleri, gösterdiği vefayı, uzun geceler yanının yatak görmediğini, uzun günlerde ise aç kaldığını, susuz kaldığını, çok ızdırap çektiğini anlatıp da; "Ben bundan fazlasını yapamıyorum, eğer yapılacak başka bir hizmet varsa haber ver, göster ne buyurursan yapayım. Hattâ dilersen Halil (a.s.) Gibi ateşe anlayım, Yûnus (a.s.) Gibi kendimi deniz canavarının ağzına atayım. Circis (a.s.) Gibi yetmiş kere öldürülmem lazımsa öldürüleyim. Şu-ayb(a.s.) Gibi ağlaya, ağlaya kör olmam gerekse kör olayım." Demesi ve sevgilinin de ona cevap vermesi. Zaten peygamberlerin vefalarını, Hakk yolunda ölümü göze alarak canlan ile oynamalarını saymaya imkân yoktur.
Bir âşık, sevgilisinin huzurunda yaptığı hizmetleri sayıp döküyor ve ona diyordu ki:
"Senin için şunlan yaptım, bunları yaptım, bu aşk savaşı meydanını da kılıç yaraları aldım, oklara hedef oldum.
Mal gitti, güç gitti, namus gitti. Senin aşkından nice muratsızhk-lara uğradım.
Hiçbir sabah beni uyurken bulmadı, gülerken görmedi. Hiçbir akşam beni varlıklı karşılamadı. Dâima yoksul olarak buldu."
Ne acılar tattıysa, ne dertler çektiyse onları bir bir etraflıca saymakta idi.
Bunlan sevgilisinin başına kakmak için değil, aşkına yüzlerce şahit olarak sayıp duruyordu.
Aklı olanlara bir işaret yeter de, artar bile. Ama âşıklardaki o susuzluk nasıl giderilebilir?
Âşık yorulmadan, usanmadan sözünü tekrarlar durur. Hiç balık bir işaretle duru suya kanar mı?
Âşık o eski derdi, temiz, tükenmez olan o aşk derdini, yüzlerce defa anlattığı hâlde; "Ne söyledim ki? Ben bir söz bile söylemedim." Diye şikâyette bulunuyordu.
Sanki bîr ateş içine düşmüştü, yanıyordu. Fakat neden yandığını bilemiyordu. Ancak, o ateşin harareti ile mum gibi eriyor, ağlıyordu.
Sevgilisi; "Evet." Dedi. Doğru söylüyorsun, bütün söylediklerini yaptın, yerine getirdin ama, kulağını aç da şimdi beni dinle...
Aşkın ve sevginin aslının aslı olan bir şey var kî, sen onu yapmadın. Bu yaptığın teferruattan, ayrıntılardan ibarettir." Dedi.
Âşık; "O bahsettiğin sevginin aslının aslı olan nedir?" Diye sordu. Sevgilisi de; "Ölmektir, yok olmaktır." Diye cevap verdi.
"Sen dediklerinin hepsini yaptın, fakat ölmedin, hâlâ dirisin. Canı ile oynayan, aşk uğrunda ölümü göze alan bir âşık isen, hemen kendini öldür."
Âşık sevgilisinin bu dokunaklı sözlerini duyunca, o anda uzanıp can verdi. Gül gibi gülerek, başı ile oynadı. Şikâyet etmeden, neşeli bir hâlde Ölüp gitti.
Arif kişinin zahmet nedir bilmeyen aklı ve canı gibi, o gülüş onda ebedî olarak kaldı.
****************************
''Aşk dillerini konuşmakla aşık olunmaz, meclisine can vermedikce.''