Eskiler; baharla gitti, gidenler derler. Her iki baharda da insanlar daha tez ayrılır gibidir dünyadan.
Sizin de öyle oldu.
Kolunuza girmiş götürürlerken rastlıyorum köprüde.
Hiç haliniz yok.
Yine de selam veriyorsunuz.
Ne ki dönmediniz köprüyü akşama.
Ertesi sabah salalar gidişinizi duyurdu.
Kimdiniz? Adınızı bile bilmiyordum.
Galiba pek de konuşmamıştık.
Cami ile ilk tanıştığım yıllarda görmüştüm sizi.
Seksenli bir Ramazan'ın teravihinde cami ile biliş olmuş, sizi de tanımıştım.
Orta yaşlı idiniz.
En belirgin özelliğiniz o küçücük vücuttaki, simsiyah yüzünüzdü.
Eski zamanların köle masumiyetini, ihlâsını çağrıştıran sevimli bir gülümseyişle camiye gelenlere hizmet edip, seccade taşıyordunuz.
Özellikle gençlere, yeni gelenlere çok hürmet edip, hemen yerinizi verir, içten musafaha yapardınız.
Sanki farzmış gibi size; daha kapıdan girer-girmez ayağa fırlar bana da yerinizi verirdiniz.
Bizlerin namaz kılışı size yarar sağlıyormuş gibi mutluluktan uçardınız. Gözlerinizin içi güler, dualar ederdiniz cami cemaatine.
Yıllar sonra, doğduğum yerlere geldiğimde daha yaşlanmış, omuzlarınız çökmüş, siyah yüzünüz kırışmış ama yüzünüzdeki gülümseme daha da derinleşmişti.
Bu kez küçük torununuza hizmet ediyor; lastikle bağladığınız gözlüğünüzü gözünüze yerleştirip, bir sopaya dayanarak, çocuğun elinden sıkıca tutup uzak okuluna götürüp, getiriyordunuz.
Karşılaşmalarımızda epey bir duraksayıp, konuşmak hal-hatır sormak istiyordunuz ama çok mu işim vardı hiç konuşamadım sizinle.
Kimdiniz, isminiz neydi, o kat kat renkli elbiseleriniz, boncuklu tülbendiniz, siyah poşunuz nerelerin, hangi güzel diyarların anısını taşıyordu.
Kim bilir hangi değerli bilgileri aktaracaktınız kültürünüzle ilgili ama neden bu denli az vaktim oldu ki, hiç konuşamadım sizinle.
Salanızı duyduğumda da çıkaramıyorum isminizi.
Sizi tanıyan biri anlatıyor; "Hani ufak boylu, siyah yüzlü, yaşlı bir kadın vardı ya, hep gülümserdi insanlara, işte o ölmüş..."
Sonra bu acı haberle garip bir burukluk, uzun uzun konuşamamaktan oluşan bir suçluluk ve onca iyilik dualarınıza karşılık verememekten ötürü bir eziklik duyuyorum.
Hüznüm, yakınlarımın dikkatini çekiyor.
Ancak gidişiniz üzerine hayır dileklerinize karşılık veriyor ve bu garip dostumu yeni yerinde sıkmaması, üzmemesi için Rabbimden niyazlarda bulunuyorum. Ne tuhaf sizden birkaç gün önce yitirdiğim bir yakınım için aynı Kur'an festivaline gerek duymamıştım.
Lüzum mu görmemiştim, yoksa O'na nasip mi olmamıştı.
Ölümün acılığını bu yakınım ile daha bir duyumsamış ama aynı içli dualar dökülmemişti dilimden.
Zira tek secdesi yoktu.
Tek orucun gerektiğine de inanmamıştı, onca geç yaşlarına karşın.
İyice hırpalanmış yüreği, tek damla içmemişti kutlu kitaptan.
Onca uğraşlarıma karşın duyuramamıştım ezanın bin rengini, bulutların secdesini. Ve gidişi ile kaybına mı yanayım, imani yoksulluklarına mı bilemedim bu zavallı insanın.
Sanki ihtiyacı yokmuş gibi okuma gereği duymadım.
Elbet yanlış bir düzlem idi düşüncelerim, gereksinimi vardı ama çocuklarının ilgisizliği, bende de kendisinin ihtiyacı olmadığı kanısını uyandırdı ve okumadım.
O küçük hediye paketini hazırlayıp; fatihalar, ihlâslarla bezemedim.
Ama küçük, yaşlı, siyah kadın; gittiğiniz gün nasıl coşup geldi o yüreğimize ektiğiniz; insanlık şahikası, ermiş mümin sevinciniz.
Coştu, coştu ve saatleri bulan dualar olup, umarım size ulaştı.
Mine Alpay Gün