mustafa43 Admin
Mesaj Sayısı : 12855 Kayıt tarihi : 03/07/08
| Konu: Bir Hasret Mektubu... Paz Ara. 13 2015, 16:33 | |
| Bir Hasret Mektubu...
Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlaya ağlaya kör olurmuş. Biliyor musun, iki gözüm; bugün ayın kaçı, hangi mevsimdeyiz. Bahar mı, kış mı, sonbahar mı, yaz mı; inan farkında değilim. Sıla ne yana düşer, gurbet ne yanda, nerdeyim, nasılım bilmiyorum. Derdim, kederim ne, biliyor musun yanıtını. Neşemi, sevimcimi, yaşama gücümü yitirdim; o coşkulu, mutlu, umutlu günlerimi ne de çok özlüyorum. Öylesine bir özlem ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, özlediklerim ve bana dost olanların her biri başka bir yerde; hiç birine kavuşamıyorum...
Dalları fırtınada kopmuş bir ağaç gibiyiz iki gözüm. Her dalımız bir sınır boyunda, her yaprağımız bir ülkeye savrulmuş. Bir yanımız vizeli, bir yanımız kaçak. Çocukluğumu, ilk gençliğimi, geçmişimi, memleketimi velhasıl eskiye ait her şeyimi nasıl özlüyorum biliyor musun. Özümü özlüyorum, özümü, kendim olabilmeyi, sözümde durmak için verdiğim çabayı, kendime dürüst olmak için kendimle olan mücadelemi, özümle barışık yaşamayı özlüyorum. En iyi sen bilirsin, bir huyumu terk etmek için sarf ettiğim gayreti. Doğaya, insanlara, hayvanlara, çocuklara olan sevgimi, tutkumu ve yüreğimdeki ateşi, dimağımdaki tadı da en iyi sen bilirsin...
Zaman geçiyor, hayat geçiyor, ömrümde akşam çanları çalmaya başladı bile. İnsanın mutlulukları, heyecanları, hayatı, yaşadıkları geride kalıyor iki gözüm. Bizim gibileri yıllar geçtikçe daha bir duygusallaşıyor. Toplumların gittikçe bencilleştiği, duyarsızlaştığı dünyamızda olup bitenler beni hüzünlendiriyor. Acaba bu durumun bilincinde ve farkında olan çevremizde kaç insan var, binbir düşünce üşüşüyor beynime. Anılarla, özlemlerle boğuşmak beni yıpratıyor. İç acısıyla dolu, yaralı, bin yerinden vurgun yemiş bir gönülle acılara karşı umarsız olmaya çalışıyorum ama olmuyor. Belki bir gün son bulacak ufuklarda solar hüznümüz. Hala bir şeyler bekleyerek bulutsu bir sise gömülüyor her şey...
Şimdi ise, gülmek ağlamak arası monoton bir hayatın girdabında kaldım, üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi, silkinip çıkamıyorum. Gün ışığına, suya hasret bitkiler gibi tatsız ve tuzsuzum, işte şimdi böyle bir insan oldum iki gözüm, gayesiz ve huysuz. Evden sokağa her çıkışımda, penceremden dışarı her bakışımda, karabasan gibi çöken sis ve karanlık dokunuyor bana. Oysa ışık umut, umutsa hayat demektir. Ben mi o ışığı yitirdim, yoksa o ışık mı beni; bilmiyorum. Nedense hep geçmişe bir özlem duygusu büyüyor içimde, işte böyle iki gözüm. Hangi gündeyiz, bugün ayın kaçı, hangi mevsimdeyiz bilmiyorum. Bilsem de, benim için artık hiç bir önemi yok...
Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı, gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi. Ki, okyanuslar söndüremez...
İnsanlar var olalı beri kabullenmiş sevdayı. Herkes kendi sevdasının Mecnunu; kendi hasretinin delisi olmuş. Kendi hikayesini, kendi sevdasını en büyük sanmış ve saymış; büyütmüş yüreğinde dağ dağ, sabır sabır beyninin gergefine işlemiş. Benim sevdam da benim için dünyanın en büyük, en kutsal sevdası. Ben ki, sevdanın çöllerinde ayrılıkların en büyük hasretini çektim Leyla'mın. Ferhat oldum dağları deldim, Kerem oldum yaktım kendimi, Pir Sultan oldum asıldım, Nesimi oldum yüzüldüm. Kavuşmak için gönlümü yollara düşürdüm, horlandım, ezildim, hakaretlere, işkencelere maruz kaldım...
Yüreğimdeki yangını, gözlerimdeki hicranı sorma iki gözüm. Acılarımı kimsesizliğime yükleyip, uzayıp giden yollara düştüm; yorgun, yetim ve yaralı. Aşık oldum, yaktım kendimi, içimde bin yangınla çıktım yola. Sevdama şiirler yazmak, şarkılar bestelemek, türküler yakmak en büyük emelimdi, kavuşmak ise en inanılmaz hayalim. Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş, bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlaya ağlaya kör olurmuş...
Aşk olmasa iki gözüm, içimde biriktirdiğim bu yangın olmasa, dolmasa iliklerime aşkın hasreti, bu yangın yüreğimi sarmasa, avuçlarımı yakmasa bu ateş, akar mı damarlarımdaki kan. Bir gün kavuşmak hayali olmasa, nasıl dayanılır bu yaşama, bu kimsesizliğe, bu hasrete iki gözüm, nasıl...
Dokunma iki gözüm, sorma ben kimim, adım ne, nereden geldim Kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde kimi sevdim, kime özlemim Kaç yıl sevda doldu iliklerime, kaç yıl eksildim.
Tut ki, bir pınarım suyu kesik, akamadım nazlı nehirlere tut ki, Tut ki, susturulmuş binlerce türkü, bastırılmış binlerce acıyım Baştanbaşa aşk, acı ve ateş, say ki küle gömülmüş bir sevdadan, Düşleri islenmiş bir gecenin acısı damlıyor gözlerime Hasreti yaraya dönmüş bir ayrılığın sancısı kanıyor içimde
Uzun bir zaman eveldi toplayıp suskularımı denizlere fırlattım Yalnız balıklar görsün, yalnız balıklar öpsün diye gözyaşlarımı Sorma ben kimim, adım ne , nereden geldim Nasıl düştüm bu kahrolası kaldırım taşlarına Hangi anılar, acılar, ihanetler geçti üzerimden
Düşlerime hüzünler el koydu, deli rüzgarların öfkesinde savruldu bahçelerim Güllerim bir ihanetin girdabında kavruldu bütün sevdiklerimden ayrıyım şimdi, bütün sevenlerim kırgın İflah olmam ben iki gözüm, iflah olmam Düşmüş içime bir kez bu sevda sızısı Bağışlamaz beni artık hiç bir hatıra
Say ki, incinmiş bir gülüş, gecikmiş bir düşüm Bir ateşin çemberinde yarım kalmış sevinçler kanayan Tut ki, kar altında sevincim, bütün mevsimlere küsüm
Kanadı kırık bir serçeyim tut ki, dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek Ateşin zulmünü gördüm, suyun ihanetini, Baştanbaşa aşk, baştanbaşa hasret Susturulmuş milyonlarca türküyüm Gerisini ne sen sor, ne ben söyleyim
Dokunma iki gözüm, sorma Ben kimim, adım ne, nereden geldim, yaşım kaç Yaşamak neyin karşılığıdır, ölmek neyin Nasıl unutulur ölümsüz bir aşkın hazin öyküsü Kaç mevsim gözlerimi ardından bırakıp gitti Yıkılmış bir duvar, kapısına kilit vurulmuş bir ev say beni Say ki, dudaklarda üşüyen bir şiir, yatağı kurumuş bir nehirim Suskun, susuz, mısra mısra yalnızlığı kanayan
Sorma ben kimim, adım ne, vurulmuş bir ceylanın yarasında yalvaran bir aşığın gözlerinde gör beni Sorma; bir sarı çiçek, bir sarmaşık belki, çözer dilini yüreğimin Upuzun yolların düğümlediği, ihanetlerin kilitlediği....
Selam Sevgi ve Dua ile... | |
|
Menekşe Özel Üye
Mesaj Sayısı : 2555 Kayıt tarihi : 30/08/10
| Konu: Geri: Bir Hasret Mektubu... Salı Ara. 15 2015, 23:33 | |
| Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı, gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi. Ki, okyanuslar söndüremez... | |
|