Hz. Ali’nin Kapısına Gelen Fakir
Kur’ân ayetlerinin ilk indiği yıllarda bu gerçeği sahabeler yaşıyordu. Hem de ayet iner inmez hiç vakit geçirmeden, zamana bırakmadan, anında uyguluyorlardı.
Çünkü inanıyorlardı ki, ALLAH bir şeyi vaat etmişse, vaadini yerine getirir. Zaten Kur’ân bize Cenab-ı Hakkı, “O asla sözünden dönmez” olarak tanıtıyor.
Kur’ân’ın kendisinden istediklerini anında yerine getirenlerden birisi de Hz. Ali Efendimizdi.
Bir gün, Hazret-i Ali’nin kapısına bir fakir geldi. Büyük bir sıkıntı içinde olduğu her halinde belliydi.
Hz. Ali hemen oğlu Hasan’ı çağırdı:
“Haydi evladım, annene git, kendisine verdiğim altı dirhem paranın bir dirhemini sana versin, getir de şu fakir kardeşimize verelim” dedi.
Bütün paralarını verdiler
Hz. Hasan hemen eve koştu, annesine gitti, az sonra dönüp geldi, fakat eli boştu.
“Annem” dedi, “o altı dirhemi un almak için sakladığını söylüyor.”
Bunun üzerine Hz. Ali:
“Nasıl olur?” dedi. “Bir insan kendi yanında olandan çok, Allah’ın katında olana güvenmezse gerçek iman sahibi sayılmaz. Git annene söyle, altı dirhemin tamamını göndersin.”
Bu söz üzerine Hz. Fatıma paranın hepsini gönderdi. Hz. Ali de onu fakire verdi. Adamcağız sevinerek, teşekkür ederek oradan ayrıldı.
Tam bu esnada adamın biri devesinin yularından tutmuş geliyordu.
“Yâ Ali şu deveyi satıyorum, almak ister misin?” diye sordu.
“Kaça satıyorsun?”
“Yüz kırk dirheme.”
“Parasını daha sonra vermemi kabul edersen deveyi kapıma bağla.”
Kâr hemen peşin gönderildi
Adam deveyi bağlayıp gitti. Biraz sonra bir başkası geldi. Hz. Ali’den devenin satılık olduğunu öğrendi.
“Kaça satıyorsunuz deveyi yâ Ali?”
“İki yüz dirheme.”
Satışta anlaştılar. Adam deveyi alıp parasını teslim edip gitti. Biraz sonra Hz. Ali de alacaklısını buldu, yüz kırk dirhemini teslim etti. Satıştan elde ettiği altmış dirhem kârı götürdü, hanımı Hz. Fatıma’ya uzattı.
“Bu nedir yâ Ali?” diye sordu Hz. Fatıma.
“Bu altmış dirhem, Allah’ın bize Kur’ân’da vaad ettiği karşılıktır” dedi ve şu âyeti okudu: “Kim bir iyilikle gelirse, ona yaptığı iyiliğin on katı vardır.” (Enam Sûresi, 160)
Hz. Ali, fakire altı dirhem vermişti. Cenab-ı Hak da verilen sadakanın karşılığını on kat olarak göndermişti.
Bir satışla beş kâr kazandılar
Hazret-i Ali bu satışla beş kârı birden elde etmişti.
Birinci kâr: Geçici dünya malı, sonsuz bir şekle dönmüştü.
İkinci kâr: Cennet gibi bir mükâfat almıştı.
Üçüncü kâr: Verdiği her kuruşu birden bine çıkmıştı.
Dördüncü kâr: Hayatını ve malını mânevi bir sigorta altına almıştı. Bu tevekkül sigortasıydı. Gerçek anlamda O’nun malını yine O’na satmıştı. Hem dünyada, hem de âhirette büyük bir kazanç elde etmişti.
Beşinci kâr: Verdiği sadaka, yaptığı iyilik Cennet yemişleri halinde kendine dönecekti.
Elindeki imkânları yoksul ve muhtaçlarla paylaşmayanlar ise hem bu kârlardan mahrum kalıyorlar, hem de bir o kadar maddi ve manevi zarara uğruyorlar.